7 Temmuz 2013 Pazar

RUHİ SU




RUHİ SU


            Çeviriye, 1963 yılında, sevgili dostum, benim gibi Edebiyat Fakültesi’nde, ama Felsefe Bölümü’nde okumuş, ancak toplumcu olduğu için kamuda iş bulamamış, Beyazıt Sahaflar Çarşısı’nda, Elif yayınevini yaşatan sevgili Arslan Kaynardağ’ın istediği Jean Wahl’in Varoşçuluğun Tarihçesi ile başladım; o sırada Tuzla’da yedeksubaydım; teğmen olan Ergin Ertem beni De Yayınları yöneticisi  Memet Fuat’la tanıştırdı; ona 1964 yılında, ilkin Sartre’ın Baudelaire’ini, ardından yazara o yılın Nobel Ödülü’nü kazandıran Sözcükler’i çevirdim. Böylece yazın dünyasına adım atmış oldum.
            Geri dönüp baktığımda, 1964 yılının ömrümde gerçek bir dönüm noktası olduğunu görüyorum şimdi; De Yayınevi’nde tanıdığım ozanlar yazarlar, çevirmenler arasında sevgili Cevat Çapan  da vardı; henüz şiirleri yayınlanmıyor, o da benim gibi çeviriler yapıyordu; bir gün beni Bebek’teki evlerine çağırdı; eşi Gönül’le birlikte yiyip içer müzik dinlerken, bir ara makaralı teybine – o günlerde İstanbul’da pek ender kişilerde vardı bu aygıt – bir makara taktı, az sonra ses yükseltenden gümbür gümbür bir ses fışkırdı; ilk kez duyuyordum bu sesi, Ruhi Su imiş; o yıla dek ne radyoda ne de plaklarda dinlemediğim, eğitimle bir sesle söylüyordu; sözün gerçek anlamında çarpıldım.
            O günden sonra dört gözle arar oldum elbet; Demokritos’un değindiği olasılık-gereklilik ikilisi değdirdi sihirli değneğini: Fransız Dili Yazını Bölümü’nde çeviri derslerimize gelen bilge Sabahattin Eyuboğlu ile kardeşi Bedri Rahmi’nin Karadenizli bir dostları Karaköy’deki Tatlıcılar Han’ın alt katında, küçük bir dairede, sevgili Ruhi Su dostlarıyla buluşabilsin diye ayarlama yapmışlar; oraya koştum hemen yakınlarımla; şimdi  anımsamıyorum, orada tam anlamıyla diz dize dinlediğimizi Büyük Usta’yı; Sevil de ben de tam anlamıyla vurgunduk; Ruhi Bey de bu içten coşkuyu hemen algıladı, can dostumuz oldu; oradan ayrılıp başka gece kulüplerine sığındığında, hep yanındaydık; 1971’de Türkiye ilk Gladyo balyozunu yediğinde, iki Ustam da, Ruhi Su da, Sabahatin Eyuboğlu da gözaltına alındı; Sabahattin Bey  ne yazık ki bunu canıyla ödedi, çektirilen üzüntüye dayanamadı, yüreciği duruverdi; neyse ki Ruhi Bey, öldürücü vuruşu yiyeceği 1980’e dek yanımızda kaldı.
            Ancak onun da minicik gece kulüplerinde sevenlerine seslenmesi bile yasaklandı; bunun üzerine, Evinç-Mekin Dinçer  çiftiyle bir çözüm yarattık: bir hafta onlarda, bir hafta bizde toplanmaya başladık; şimdi plakçılarda bulabildiğiniz yoğunçalardaki (cd’lerdeki)  türkülerin büyükçe bölümü böylece kayda alınabildi – ne büyük armağan değil mi?
            Sevgili Ruhi Bey, ikinci balyozun etkisiyle kansere yakalandı; artık türkülerini çalıp söyleyemez oldu; bunun üzerine, 70’li yıllarda daha çok Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınladığı şiirlerini, biricik öğrencisi, çırağı Sümeyra Çakır’ın söylediği unutulmaz bir türkünün ardından, eskiden türkülerini derlediği küçük aygıta okudu yorgun sesiyle; olasılık gereklilik ikilisinin işbirliğiyle öldüğü 1985’te Adam Yayınları’ında yayın yönetmenliği yapan sevgili Cevat Çapan’ın son derece özenli bir kitap hâline getirdi Ezgili Yürek’teki şiirleri Zeybekler  yoğunçalarında bulabilirsiniz.
            Şimdi oradan birkaç şiirini paylaşalım:
SEFERBERLİK
Eli silah tutanların gidişiydi bu/ Rediflerin, vay anam kur’asının.
 Çalgıların da insanlar gibi / Zort zort edeni var / Zom zom gideni var. /uyandım davulun bağnazlığına / Davulun, trampetin / Gerilmiş derilerin muştusuna / Serferberlikti bu, karşı durulmaz.
Bir sesim vardı benim / Bin sesim olsa n’olacak / Çocukların sesiyle adam vurulmaz / Kim getirdi  bu savaşı ekmeğin beyazlığına.
Şimdilerdeki gibi anımsarım / İkiz bebeklere benzerdi ekmekler / Püren çalısında pişer / Püren balı gibi kokardı / Biz oldum olası ekmekle doyarız da / Çocukluğum geldi aklıma.
Hep savaşlardan mı kaldı bu yoksulluk / Seferberlik derlerdi, ben de bulundum içinde. / Pelit, ekmek ağacı / Harnup, pekmez ağacı, bal ağacıydı bizim Güney’de / Çocuklar ya çok azdı, ya çok ağlamazdı. / Ya da ağlamaya vakit kalmazdı. / Hastalık lekeli humma / İlaç kınakınaydı / Gitsin, gitsin de gelmesin / Çocukluğum geliyor aklıma.
                                                                                                                      Şubat  1977.

GÖRÜNEN

Almanya’da topraklar / Aynı bizimki gibi / Ağaçları görgüsüz cahil / Ne Beethoven’i bilen var ne Spartakistler’i / Nerde dünya durdukça duran / Çınarlar bizimki gibi.
Bir adam gördüm Frankfurt’ta / Noel ağacının dibinde / Kasketini açmıştı gözleri yerde / Yoksulluğu utancı aynı bizimki gibi.
Memleketim diye kucakladı işçilerimiz bizi / Biri ağladı usul usul boynumda durdu / Uykuda kalmış da sanki yüzleri /  Bıyıkları aynı bizimki gibi.
Ellerim ayaklarım gibi buldum / Hiçbir şeye şaşmadım da / Neden takılıp kaldı aklım / Bizim bebelere Almanya’da / Adları kalmış / Söylenen bizimki gibi.
                                                                                                                      Aralık 1977.

IRMAK

Ağaç demiş ki baltaya / Sen beni kesemezdin ama / Ne yapayım ki sapın benden / Bak şu ağacın bilincine sen / Ölen ben öldüren benden
Bunca analar ağlayıp durur da / Akıp gider gelinciklerden / Kör midir sağır mıdır bu ırmak / Ölen ben öldüren benden
Her yerde böyle olmuş bu / Önce dağa taşa ağaca söyletmiş halk / Sonunda sabahın bir yerinden / Uyanıp ayağa kalkmış ırmak / Ölen ben öldüren benden.
                                                                                                                                 1978.
İNSAN VE EMEK

Bir sergiyle geldi bahar / Ne don vurur, ne meyve verir / Öylece bir çiçek düşlemesi / Ne güzel bir oyun değil mi canım / Taşlara bakan gözün çiçeği görmesi
Benim memleketimde bugün / Kırk bin elli bin liradır / Resmin metre karesi / Ve dillere destandır canım / Turan Erol beyazıyla Bodrum’un mavisi.
Bir gece kulübünde bugün / Kırk bin, elli bir liradır / Bir Zeki Müren dinletisi / Ve elbette güzeldir canım / Emeğin değerlendirilmesi
Ama benim memleketimde bugün / İnsan kanı sudan ucuz / Oysa en güzel emek insanın kendisi / Kolay mı kan uykularda kalkıp / Ninniler söylemesi
Belki bu nedenle , yazık / Asılmış gibi durur / Asılmış gibi kederinden / Duvarlarımda resim Çalgılarımda müzik

                                                                                                                      Mayıs l978.
            Ah canım Ruhiciğim ahhhh!
            Yalnız bizde mi? bütün dünyada öyle şimdi.
                                                                                  Güncel Merin, Edebiyat Galerisi,5 Temmuz 2013.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder