KİTAPLAR
Yüz
defteri eski dostlarla buluşturmayı sürdürüyor, bu kez Hasibe Ayten’i buldum yıllar sonra; Hasibe de çalışkan, üretken
insanlardan biridir; öyküler, şiirler yazar; yazın-sanat dergisi çıkarır;
görüşemediğimiz süre içinde ürettiklerini gönderdi sağolsun; öykülerini Aynaları
Değiştirin adlı kitapta toplamış; şiirlerini de Sevgi İklimi’nde. Başka şiirleriniyse
resimli olarak Dikende Gül Uyanır’da. Ekin Sanat Dergisi 84. sayısına
ulaşmış; ellerine sağlık, yolu açık kalsın.
İmge
Kitabevi’nden de üç kitap geldi: Yirminci Yüzyıl Klasikleri dizisinde bastığı, Tahsin Yücel’in Julien Green’den çevirdiği Yeryüzünde Bir Yolcu; Deneme
dizisinde bastığı, Suat Kemâl Angı’nın
Walter Benjamin’nden aktardığı Esrar
Üzerine; ve Yıldız Işık’ın Ahmet İnam’la yaptığı 522 sayfalık uzun
söyleşiyi içeren Yaşam Üstü Söyleşiler/Mutsuzluk Ahlâksızlıktır.
Sevgili
Ahmet İnam kitabın son bölümü olan
bu söyleşide:
“Mutluluk
insanlara ne verebilirim sorusuyla etik bir sorumluluk taşır, mutluluğun estetik sorumluluğu ise
yaşamı güzel kılmaktır. Mutluluk emekle, çabayla, birikimle, cehtle olur, yâni
çile çeke çeke, söke söke insan mutlu olur. Geçici hazların, rastgele
keyiflerin, tesadüfî yaşantıların adı mutluluk olmamalı”, diyor.
Açık
ki bunları, kendisi gibi hem parasal, hem ekinsel açıdan belli düzeydeki bir
insanı düşünerek söylüyor; o zaman haklı elbet; ama milyarlarca insan
kardeşimiz bu koşullarda yaşayamıyor; bencil, acımasız anamalcı düzensizlik
hepsinin canlarını burunlarına getirmiş, fitil fitil çıkarıyor oradan; onlar
mutluluğun ne aktöresel, ne güzelduyusal yanını düşünecek durumdalar.
Örneğin
Küba’daki gibi aş için, eş için, bilgi için canını dişine takarak ve başka
canlara kıyarak koşuşma ortadan kaldırılmışsa; her bireye kendini, yeteneklerini sınama;
yeni düşler kurma ve bunları gerçekleştirmeye çalışma olanağı tanınmışsa, o
zaman mutluluğun andığımız iki yanını da gerçekleştirmeyi deneyebilir insanlar;
yoksa, bu söylenenler bir anlam taşıyabilir mi?
Zaten
Batı dünyası dediğimiz kesimde, kadını, çocuğu, emekçiyi hiçe sayarak geçirilen
yüzlerce yıldan sonra, yaşamın anlamı ve amacı konusunda düşünen, yazan,
konuşan, öbür insan kardeşlerine oranla biraz daha yetenekli doğmuş insanların
dile getirdikleri kimseyi şöyle gerçekten mutlu edemedi, biliyorsunuz; mutluluk
kavramı gibi dillerden düşmeyen, onunla atbaşı giden ikinci kavram, özgürlük;
oysa canlılar için asıl temel bilime, dirimbilime (biyolojiye) baktığımızda,
özgürlük, bağımsızlık varolmayan; mutsuz ve çaresiz insanın uydurduğu sanal bir
kavram, bence; doğada, evrende bütün birimler, canlı cansız bütün varlıklar
birbirine bağlı, bağımlı: amip hak ettiği ortamda, hak ettiği biçimde
yaşayamıyorsa; doğanın onun için oluşturduğu yolla çoğalıp doyuma eremiyor,
dolayısıyla, bizim terimlerimizle mutlu olamıyorsa, insanoğlu bütün bunları
başarabilir mi?
Başaramadığı
her an gözümüzün önünde, içimizde ortaya çıkan açık seçik belirtilerde açıkça
görülüyor; insanların türlü anlatım yollarında yetenekli çocukları da bunu
kusursuz dile getiriyorlar; ama vebalı, kanserli anamalcılığın, onu
sürdürebileceklerini sanan ve her yerlerini yırtarak sürdürmeye çalışan
temsilcileri, Küba’da gözler önüne serilmiş yeni, insanca, dopdolu, sevinçli
yaşama biçiminin bütün dünyaya yayılmaması için ellerinden geleni de gelmeyeni
de yapmaya çabalıyorlar. Onları bile kurtarmak üzere, dilerim çok geç kalmadan
başarısızlığa uğrarlar.
Yüz
defterinin bana kazandırdığı yeni dostlardan biri, Emin Başaranbilek; kazıbilim (arkeoloji) okumuş, yıllarca o alanda
çalışmış, emekli olmuş, dünyamızı ve çevreyi korumak üzere oluşturulmuş Çekül
Vakfı’nda gönüllü görev almış; meraklı, tutarlı insanlardan biri besbelli;
yaşadığı, Ödemiş’in Birgi bucağını; oradaki tarihsel, sanatsal geçmişi
araştırırken, aklından geçenleri, duyumsadıklarını özlü, hemen hemen şiirsel
bir dille kaleme almış; yalın çizimlerle bezeyip kitap hâline getirmiş; o da
kitabı yolladı: Birgi’ye Bakmak.
Bakın
ne diyor kitabının son satırlarında:
“Şimdilerde
havza köylerinin toplamı, ovanın irikıyım kenti Ödemiş değil mi? Cumhuriyet’in
ilk planlı ketlerinden, ansiklopedilere parkları ve sinemalarıyla geçmiş,
ovanın Paris’i. Oradan uzanan yol kıyılarında bir iki yerleşimden sonra
kuytuda; bilim, sanat ve düşün insanlarının kapağını aralamasını bekleyen gizli
bir mücevher sandığı gibi duran Birgi değil mi?
Birgi’ye
bakıyorum…Tanırken kendimi de tanıma olanağı sağlayan bu saklanmış kente nasıl
yaklaşmalıyım? Onun kalıtı karşısına, zenginliğini anlatmak için nereden
başlayacağını bilmeyen züğürtler gibiyim…”
İşte size genel olarak gittikçe daha iç
karartıcı, acılı hâle getirilen dünyamızda anlık da olsa soluklanmak, ufkunuzu
azıcık genişletmek üzere yararlanabileceğiniz küçük bir demet.