27 Mart 2013 Çarşamba

KİTAPLAR





KİTAPLAR



            Yüz defteri eski dostlarla buluşturmayı sürdürüyor, bu kez Hasibe Ayten’i buldum yıllar sonra; Hasibe  de çalışkan, üretken insanlardan biridir; öyküler, şiirler yazar; yazın-sanat dergisi çıkarır; görüşemediğimiz süre içinde ürettiklerini gönderdi sağolsun; öykülerini Aynaları Değiştirin adlı kitapta toplamış; şiirlerini de  Sevgi İklimi’nde. Başka şiirleriniyse resimli olarak Dikende Gül Uyanır’da. Ekin Sanat Dergisi 84. sayısına ulaşmış; ellerine sağlık, yolu açık kalsın.
            İmge Kitabevi’nden de üç kitap geldi: Yirminci Yüzyıl Klasikleri dizisinde bastığı, Tahsin Yücel’in Julien Green’den çevirdiği Yeryüzünde Bir Yolcu; Deneme dizisinde bastığı, Suat Kemâl Angı’nın Walter Benjamin’nden aktardığı Esrar Üzerine; ve Yıldız Işık’ın Ahmet İnam’la yaptığı 522 sayfalık uzun söyleşiyi içeren Yaşam Üstü Söyleşiler/Mutsuzluk Ahlâksızlıktır.
            Sevgili Ahmet İnam kitabın son bölümü olan bu söyleşide:
            Mutluluk insanlara ne verebilirim sorusuyla etik bir sorumluluk  taşır, mutluluğun estetik sorumluluğu ise yaşamı güzel kılmaktır. Mutluluk emekle, çabayla, birikimle, cehtle olur, yâni çile çeke çeke, söke söke insan mutlu olur. Geçici hazların, rastgele keyiflerin, tesadüfî yaşantıların adı mutluluk olmamalı”, diyor.
            Açık ki bunları, kendisi gibi hem parasal, hem ekinsel açıdan belli düzeydeki bir insanı düşünerek söylüyor; o zaman haklı elbet; ama milyarlarca insan kardeşimiz bu koşullarda yaşayamıyor; bencil, acımasız anamalcı düzensizlik hepsinin canlarını burunlarına getirmiş, fitil fitil çıkarıyor oradan; onlar mutluluğun ne aktöresel, ne güzelduyusal yanını düşünecek durumdalar.
            Örneğin Küba’daki gibi aş için, eş için, bilgi için canını dişine takarak ve başka canlara kıyarak koşuşma ortadan kaldırılmışsa; her bireye kendini, yeteneklerini sınama; yeni düşler kurma ve bunları gerçekleştirmeye çalışma olanağı tanınmışsa, o zaman mutluluğun andığımız iki yanını da gerçekleştirmeyi deneyebilir insanlar; yoksa, bu söylenenler bir anlam taşıyabilir mi?
            Zaten Batı dünyası dediğimiz kesimde, kadını, çocuğu, emekçiyi hiçe sayarak geçirilen yüzlerce yıldan sonra, yaşamın anlamı ve amacı konusunda düşünen, yazan, konuşan, öbür insan kardeşlerine oranla biraz daha yetenekli doğmuş insanların dile getirdikleri kimseyi şöyle gerçekten mutlu edemedi, biliyorsunuz; mutluluk kavramı gibi dillerden düşmeyen, onunla atbaşı giden ikinci kavram, özgürlük; oysa canlılar için asıl temel bilime, dirimbilime (biyolojiye) baktığımızda, özgürlük, bağımsızlık varolmayan; mutsuz ve çaresiz insanın uydurduğu sanal bir kavram, bence; doğada, evrende bütün birimler, canlı cansız bütün varlıklar birbirine bağlı, bağımlı: amip hak ettiği ortamda, hak ettiği biçimde yaşayamıyorsa; doğanın onun için oluşturduğu yolla çoğalıp doyuma eremiyor, dolayısıyla, bizim terimlerimizle mutlu olamıyorsa, insanoğlu bütün bunları başarabilir mi?
            Başaramadığı her an gözümüzün önünde, içimizde ortaya çıkan açık seçik belirtilerde açıkça görülüyor; insanların türlü anlatım yollarında yetenekli çocukları da bunu kusursuz dile getiriyorlar; ama vebalı, kanserli anamalcılığın, onu sürdürebileceklerini sanan ve her yerlerini yırtarak sürdürmeye çalışan temsilcileri, Küba’da gözler önüne serilmiş yeni, insanca, dopdolu, sevinçli yaşama biçiminin bütün dünyaya yayılmaması için ellerinden geleni de gelmeyeni de yapmaya çabalıyorlar. Onları bile kurtarmak üzere, dilerim çok geç kalmadan başarısızlığa uğrarlar.
            Yüz defterinin bana kazandırdığı yeni dostlardan biri, Emin Başaranbilek; kazıbilim (arkeoloji) okumuş, yıllarca o alanda çalışmış, emekli olmuş, dünyamızı ve çevreyi korumak üzere oluşturulmuş Çekül Vakfı’nda gönüllü görev almış; meraklı, tutarlı insanlardan biri besbelli; yaşadığı, Ödemiş’in Birgi bucağını; oradaki tarihsel, sanatsal geçmişi araştırırken, aklından geçenleri, duyumsadıklarını özlü, hemen hemen şiirsel bir dille kaleme almış; yalın çizimlerle bezeyip kitap hâline getirmiş; o da kitabı yolladı: Birgi’ye Bakmak.
            Bakın ne diyor kitabının son satırlarında:
            Şimdilerde havza köylerinin toplamı, ovanın irikıyım kenti Ödemiş değil mi? Cumhuriyet’in ilk planlı ketlerinden, ansiklopedilere parkları ve sinemalarıyla geçmiş, ovanın Paris’i. Oradan uzanan yol kıyılarında bir iki yerleşimden sonra kuytuda; bilim, sanat ve düşün insanlarının kapağını aralamasını bekleyen gizli bir mücevher sandığı gibi duran Birgi değil mi?
            Birgi’ye bakıyorum…Tanırken kendimi de tanıma olanağı sağlayan bu saklanmış kente nasıl yaklaşmalıyım? Onun kalıtı karşısına, zenginliğini anlatmak için nereden başlayacağını bilmeyen züğürtler gibiyim…”
             İşte size genel olarak gittikçe daha iç karartıcı, acılı hâle getirilen dünyamızda anlık da olsa soluklanmak, ufkunuzu azıcık genişletmek üzere yararlanabileceğiniz küçük bir demet.