METİN ELOĞLU
Sık
sık yinelerim, biliyorsunuzdur, bence öğrenebileceğimiz bütün öbür sanatlar
sonunda hepsinin toplamı olan YAŞAMA
SANATI’na ulaşmamızı sağlar.
Üstünyetenekli
dediğimiz insan kardeşlerimiz bu ustalığı doğarken gözelerinde getirirler; onların
en benzersizlerinden biri olan Mustafa
Kemâl; Çanakkale’de gündüzleri kurnaz, boyunsuz sömürgeci uşağı Churcill’in üstümüze saldığı gariban Anzaklar ile
vuruştuktan sonra, geceleri çadırında, kandil ışığında, roman okurmuş “ruhu
sertleşmesin” diye; biz de gittikçe kana bulandırılan dünyamızda
kendimizi zombileşmekten korumak üzere gelin Metin Eloğlu’nda birkaç şiiri yeniden okuyalım.
İlk
şiirini ilk kitabından seçtim:
DÜDÜKLÜ TENCERE
Pazarları
daha gündüzden,
Aşçıbaşı,
aklını başına devşir;
Börekler kızaracak nar
gibi;
Kıymalı,
ıspanaklı, peynirli…
Sonbahar,
yağmuru oluklarda,
Çüşbalığı
haşlanacak!
Mesela
zamkinülzarefe yemeğinin
Akşama
yetişmesi lâzım, başın darda.
Al
eline şu nesneyi,
Dibini
bir güzel yağla,
Sovanını
da doğra, düt! Desin;
Bir tutam tuz, bir tutam kimyon;
Şıpın
işi pişiverir.
Baksanıza
göbek atıyor,
Beylere
selam, hanımlara selam!
Çengi
misin be gâvur icadı,
Düdüklü
tencere misin?
DEDİKODU
Kadın
şimdi birisini bekliyor
Zannederim
para babası
Bu
bekârlık çekilmez doğrusu
Herifçioğlunun
kanına girmek gerekiyor
Yan
oda sandık odası
Soyunmuş
dökünmüş anakuzusu
Çamaşırı
kirli de onu değişiyor
Gıdı
gıdı hanımısı.
Dolapta
üç beş kuruş parası
Aferin
sana ölü Ahmet karısı
Belli
mi bu hayatın ötesi
Bak
millet yaşıyor
Komşunun
kırk odalı hanesi
Herif
eşek yükü erzak taşıyor
Hanımın
hizmetçisi küçükbeyin dadısı
Tüyleri
yoluk bobi çilhoroz pisipisi
Bir
lokmaya el pençe divan hepsi
Aklına
esen sövüp sayıyor.
Bu
sokak Üsküdar’ın neresi
İnsan
dedikoduyu alışıyor.
“Yumuşak
G”’deki şiirlerinin her birini bir dostuna adamıştı; bunlardan Edip Cansever’’e adadığını en başa koymuş:
A
Şu yabanıl hergeleler var ya;
- hergele, yabanıl at
anlamındadır zaten-
Diyeceğim, dündüyse bir güzelim
taya bindim;
Ne koşum, re gem, dizgin, yular,
üzengi, eyer de ne?
Hergele koşuntusunun kıtlığına
kıran mı girdi; afallamaktır
işim.
At nemize? diyeceksiniz;
At-mat değil ki söz konusu
ettiğim, çağ şimdilerinde;
İnsanoğlu basbayağ.
Yumuşak G’yi – uyakça ola- ilk
Dıranas değerlendirmişti;
O çoğumuzun pek sevdiği
yapayalnız şiirinde.
Bir
ara yakın yaşama talihine ermiştik, yazık ki yavaş yavaş hastalandığı dönemde;
o günlerde şiirlerinden birini de bana ayırmış, öfkesi soylu dostumuz.
D
Kunt, arı/duru,berk
Kırlangıç ibiğinde rüzgâr izi
Tek, ağırca, dik
Kini bomboş
Us közü, yürek tınazı, hız
Diş diş, yoğun
Pençe kök gibisine
İrikıyım, çağ dirisi
Kıldan ince/kılıçtan keskin
Gez-göz-arpacık
Kıvılcımlar kördüğümü ve tetik
Tan tipisi
Ak kan
Çil çil, ilkyazlar gümeci, kuşul
Koçanımsı da, dikenliçiti andıran
Okkalı, silme onur, kundak
kokusu,
Dikkafalı bir keçiyolunda
Da.
Öbür adı şiir gövdesi.
Bir
şiir de “Rüzgâr Ekmek”ten okuyalım.
TA/Tİ
Dostlarım değil, dostları hayın.
Felekçe
bir denizden
Karşı
tınaza vardık
Kum
gibiydi gök
Sesi
genizden.
Ağaçlara
tırmanalım
Öylesine
bir tasa var
Yumurtlamasa
n’olur
Karıncalanıyor
elim
Komşu
muyduk nedense
Şişede
sülük yoktu
İstanbul’u
kim ekti
Yağmurlar
hünsa
Sonra
çivilendi topaç
Sevişmeyi
severiz ya
Haşim’le
Nâzım’ı..aa
Şiir
de güç, çağ da güç.
Anlamla
oynamayın.
Aman
Metincim, dediğine bak! Şimdi biz anlamla da, yaşamla da
korkusuzca oynuyor, her şeyi alt üst ediyoruz, nasılsa ölümsüzlük bizi
bekliyor.
Güncel
Mersin, Edebiyat Galeris,2 Temmuz 2013.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder