“BİZİM MAHALLE-TENEKELİ MAHALLE”
Demokritos, yine beklenmedik bir
ayarlama yaptı, sıra dışı bir insanla
tanıştırdı beni: Gönül İlhan.
Gönül, İzmirli;
daha okuyor; başka bir İzmirli dostum,Gülten
Uluçınar buluşturdu beni onunla; Gülten'iyse bana Küba tanıtmıştı, Cüneyt Göksu’yla o düş ülkesini gezdikten sonra. “Bizim
Mahalle-Teneke Mahalle”nin başına şunları yazmış:
“Bu
kitap; insanlık tarihine ve dünya coğrafyasına sımsıkı kök salmış bir kültürden
gelen Romanların yaşadığı Ege Mahallesi’ni görünür kılmak için yazıldı.
Çalgılarıyla
eğlendiğimiz adamların, parmak şıklatmasından ibaret gördüğümüz kadınların ve onarın
çocuklarının yoksul hayatlarını bilinir kılmak için.
Buralara
yol düşürmeden, kapı önlerindeki kadınlarla lâfın boynunu bükmeden, kahvesinde
oturup bülbülyuvası bardaktan demli bir çay içmeden bu kentte yaşamayı sürdüren
insanları ‘Bizim Mahalle’de yaşayanlarla tanıştırmak için.
Mortakiye’den
Ege’ye yaşanmış bütün zamanlarıyla birlikte, bu mahalleyi kentin dokusundan
silme talebinin acımasızlığını hatırlatmak için.
Biraz
da kendim için.
Doğuştan
bulduğu kimliğinde canı yanmadan yaşasın diye herkes;
Çingene,
Rum, Yahudi, Kürt, Türk, Süryani, Ermeni, Laz, Çerkez ve daha neler neler olan
varlığımı insanlığa armağan ettiğimi duyurmak için.
İşsizlere
iş, evsizlere ev, açlara ekmek verebilseydi bu kitap, dünyanın en güzel kitabı
olurdu.
En
kıymetli yapıtı olurdu bütün zamanların, yeryüzüne barış getirebilseydi bu
yazılanlar.
Hayattan
başka bir şey istemezdi bu satırların yazarı o zaman.
Hepiniz
gibi.”
Sonra,
duyarlı, kederli Gönül binlerce
yılın hüznü sindirilmiş sayfalarla sürdürüyor anlatısını; ve bakın ne diyor Mektup
adlı bölümde:
“Darı
tanesi gibi saçıldık Hindistan’dan yeryüzünün dört bir köşesine.
Göç
yollarında geçti atalarımızın, nenelerimizin ömrü.
Yokluğun
yoksulluğun ince kederini müziğin ve dansın kıvrak ritmini taşıdık her zaman
genlerimizde.
Gökyüzünün
altında uzanan bütün topraklar vatanımız oldu.
Nereye
yerleşsek, oralı olmak istedik. Dilimizi unuttuk, dinimizi değiştirdik bu
yüzden.
‘İncindiğin
yerdir gurbet’ diyor ya şair (Yüksel
Pazarkaya), yerleştiğimiz memleketlerde çok incindik biz de.
Nazilerin
gaz odalarında yakılıp ‘tıbbi deneylerinde’ kobay olarak kullanıldığımızda kılı
kıpırdamadı kimsenin.
Yine
de küsmedik; doğan güneşe, açan çiçeğe, uçan kuşa. Ve insana.
Kâğıtlara
yazmadığımızdan belki, geçmişi çabucak unuttuk.
Ölümü
değil, hayatı güzelledik hep.
Yakıp
yıkmadık, kendi yüreklerimizden başka hiçbir ülkeyi.
Şarkı
söyleyerek uzak tuttuk kendimizi kötü düşüncelerden. Dans ederek açlığı unuttuk
(Esma Redzepova).
Falına
baktık, kaplarını kalayladık, ayakkabılarını boyadık, çiçeklerini sattık,
faytonlarını sürdük, yüklerini taşıdık, sirklerinde cambazlık yaptık, evlerinin
kirini pasını temizledik, sepetlerini ördük, demirlerini dövdük, çöplerini
karıştırıp hurdalarını topladık, bohçayla kapılarına götürdük çeyizlerini,
söyleyip oynayarak düğünlerini neşelendirdik dünyanın bütün gacolarının
(Çingene olmayan insanlarının).
…
Bilmezden
geliyorsunuz yokluğumuzu, yoksulluğumuzu.
İnsana
yakışmayan yaşama koşullarımızı görmezden geliyorsunuz.
Uzak
duruyorsunuz hayatlarımızın acı gerçeklerinden.
Önyargıları
yıkmak daha zor, demiş atomu parçalayan adam.
Yine
de…
Tanışalım
artık. Ne desiniz?”
Ahhh
Gönülcüm ahhhh!
Yakındıkların
yalnız bu topraklarda yaşayanlara özgü eksiklikler, aksaklıklar değil ki canım;
anaerkil cennetin yerini ataerkil zorbalık alalı, hele ona bir de anamalcı veba
ekleneli beri, bütün uluslara, bütün ırklara bulaşan; şimdi gittikçe daha da
azgınlaşan bir salgın: bir avuç dolar, bir varil petrol, bir torba bor için
yapmayacakları rezillik, kıymayacakları canlı kalmadı.
Küba’daki
gibi bu tanımdışı ölüm çemberini kıramazsak, arkamızdan, mamutlar gibi,
öykümüzü yazacak canlı kalmayacak şu güzelim mavi gezegende
Güncel
Mersin, 10 Mayıs 2013.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder