10 Mayıs 2013 Cuma

“BİZİM MAHALLE-TENEKELİ MAHALLE”



“BİZİM MAHALLE-TENEKELİ MAHALLE”



            Demokritos, yine beklenmedik bir ayarlama yaptı, sıra dışı  bir insanla tanıştırdı beni: Gönül İlhan.
            Gönül, İzmirli; daha okuyor; başka bir İzmirli dostum,Gülten Uluçınar buluşturdu beni onunla; Gülten'iyse  bana Küba tanıtmıştı, Cüneyt Göksu’yla o düş ülkesini gezdikten sonra. “Bizim Mahalle-Teneke Mahalle”nin başına şunları yazmış:
            Bu kitap; insanlık tarihine ve dünya coğrafyasına sımsıkı kök salmış bir kültürden gelen Romanların yaşadığı Ege Mahallesi’ni görünür kılmak için yazıldı.
            Çalgılarıyla eğlendiğimiz adamların, parmak şıklatmasından  ibaret gördüğümüz kadınların ve onarın çocuklarının yoksul hayatlarını bilinir kılmak için.
            Buralara yol düşürmeden, kapı önlerindeki kadınlarla lâfın boynunu bükmeden, kahvesinde oturup bülbülyuvası bardaktan demli bir çay içmeden bu kentte yaşamayı sürdüren insanları ‘Bizim Mahalle’de yaşayanlarla tanıştırmak için.
            Mortakiye’den Ege’ye yaşanmış bütün zamanlarıyla birlikte, bu mahalleyi kentin dokusundan silme talebinin acımasızlığını hatırlatmak için.
            Biraz da kendim için.
            Doğuştan bulduğu kimliğinde canı yanmadan yaşasın diye herkes;
            Çingene, Rum, Yahudi, Kürt, Türk, Süryani, Ermeni, Laz, Çerkez ve daha neler neler olan varlığımı insanlığa armağan ettiğimi duyurmak için.
            İşsizlere iş, evsizlere ev, açlara ekmek verebilseydi bu kitap, dünyanın en güzel kitabı olurdu.
            En kıymetli yapıtı olurdu bütün zamanların, yeryüzüne barış getirebilseydi bu yazılanlar.
            Hayattan başka bir şey istemezdi bu satırların yazarı o zaman.
            Hepiniz gibi.”
            Sonra, duyarlı, kederli Gönül binlerce yılın hüznü sindirilmiş sayfalarla sürdürüyor anlatısını; ve bakın ne diyor Mektup adlı bölümde:
            Darı tanesi gibi saçıldık Hindistan’dan yeryüzünün dört bir köşesine.
            Göç yollarında geçti atalarımızın, nenelerimizin ömrü.
            Yokluğun yoksulluğun ince kederini müziğin ve dansın kıvrak ritmini taşıdık her zaman genlerimizde.
            Gökyüzünün altında uzanan bütün topraklar vatanımız oldu.
            Nereye yerleşsek, oralı olmak istedik. Dilimizi unuttuk, dinimizi değiştirdik bu yüzden.
            İncindiğin yerdir gurbet’ diyor ya şair (Yüksel Pazarkaya), yerleştiğimiz memleketlerde çok incindik biz de.
            Nazilerin gaz odalarında yakılıp ‘tıbbi deneylerinde’ kobay olarak kullanıldığımızda kılı kıpırdamadı kimsenin.
            Yine de küsmedik; doğan güneşe, açan çiçeğe, uçan kuşa. Ve insana.
            Kâğıtlara yazmadığımızdan belki, geçmişi çabucak unuttuk.
            Ölümü değil, hayatı güzelledik hep.
            Yakıp yıkmadık, kendi yüreklerimizden başka hiçbir ülkeyi.
            Şarkı söyleyerek uzak tuttuk kendimizi kötü düşüncelerden. Dans ederek açlığı unuttuk (Esma Redzepova).
            Falına baktık, kaplarını kalayladık, ayakkabılarını boyadık, çiçeklerini sattık, faytonlarını sürdük, yüklerini taşıdık, sirklerinde cambazlık yaptık, evlerinin kirini pasını temizledik, sepetlerini ördük, demirlerini dövdük, çöplerini karıştırıp hurdalarını topladık, bohçayla kapılarına götürdük çeyizlerini, söyleyip oynayarak düğünlerini neşelendirdik dünyanın bütün gacolarının (Çingene olmayan insanlarının).
           
            Bilmezden geliyorsunuz yokluğumuzu, yoksulluğumuzu.
            İnsana yakışmayan yaşama koşullarımızı görmezden geliyorsunuz.
            Uzak duruyorsunuz hayatlarımızın acı gerçeklerinden.
            Önyargıları yıkmak daha zor, demiş atomu parçalayan adam.
            Yine de…
            Tanışalım artık. Ne desiniz?”
            Ahhh Gönülcüm  ahhhh!
            Yakındıkların yalnız bu topraklarda yaşayanlara özgü eksiklikler, aksaklıklar değil ki canım; anaerkil cennetin yerini ataerkil zorbalık alalı, hele ona bir de anamalcı veba ekleneli beri, bütün uluslara, bütün ırklara bulaşan; şimdi gittikçe daha da azgınlaşan bir salgın: bir avuç dolar, bir varil petrol, bir torba bor için yapmayacakları rezillik, kıymayacakları canlı kalmadı.
            Küba’daki gibi bu tanımdışı ölüm çemberini kıramazsak, arkamızdan, mamutlar gibi, öykümüzü yazacak canlı kalmayacak şu güzelim mavi gezegende           
                                                                                  Güncel Mersin, 10 Mayıs 2013.                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder