9 Nisan 2013 Salı

“BEDRETTİN CÖMERT”



BEDRETTİN CÖMERT”


            Barış Gümüşbaş ile Sancar Seçkiner, 11 Temmuz 1978’de Gladyo’nun alçakça aramızdan ayırdığı sevgili Bedrettin Cömert’i 70. Doğum Yıldönümü’de anmak üzere bir kitap hazırlamışlar, Hacettepe Üniversite Yayınları 1. hamur k3ağıra özenle basmış.
            Anımsayacaksınız, Sancar Seçkiner’i Sinema Şenliği’nde Feriye Sineması’nda gösterilen Marco Belllochio’nun Uyuyan Güzel  filminde tanımıştım; Sancar da Hacettepe’de öğrenim görmüş; daha önce de başka bir çok sevdiğim insanın, Magdi Rufer’in anısına  kitap hazırlamışlar arkadaşlarıyla birlikte.
            Kitapta birçok değerli insanın Bedrettin’le ilgili anı ya da değerlendirme yazıları var; 1974 ve 78’de, bilemeyeceğim kişisel nedenlerle, bilerek ya da bilmezden gelerek ülkemizi ABD’nin heveslerine kurban edenlerden biri olan Ecevit’in yazık ki ancak göstermelik kalan danışma Kültür Bakanlığı’ndaki Danışma Kurulları’nda ya yana çalışmıştık Bedrettin’le; ama yazık ki, aydın olarak tanımanın ötesinde yakın dostu olma fırsatını bulamadım.
            Buna karşılık sevgili Hasan Hüseyin Korkmazgil çok yakın dostlarından biriymiş ve yürekten severmiş Bedrettin’i; ben kitaptan, bu iki değerli insanın acılarını iç içe yaşamış, can dostum Azime Korkmazgil’in şiirsel yazısından kısa bir bölümü alacağım ancak; gerisi size kalıyor, bu değerli kitabı edinin ve kalan yazıları canınıza katın.
Sonuçsuz Bir Telefon Konuşması
            “4 Mart 1927, 27 Eylül 1940: Tarihsel yükleriyle, destan gibi iki başlangıç!
            83 yaşındaki Hasan Hüseyin Korkmazgil’i mi anayım, 70 yaşındaki Bedrettin Cömert’i mi? Şimdi…onların unutulmaz anılarıyla, darmadağın olmalı mıyım savrulmuş bir harman gibi; yoksa, derlenip toparlanmalı mıyım, acılarımdan doğmuşçasına!
            2008 yazı… Bir de baktım, belleğim  yanıyor! Günler, Bedrettin’in aramızdan anlaşılmaz bir hainlikle koparılışının 30. yıldönümü günleri! Kıyı’da yayımlanan, bir tür ağıt niteliğindeki yazımdan sonra, dedim ki; Bedrettin için de, Hasan Hüseyin için de, bundan böyle yalnızca doğum günlerinde konuşacağım!
               Ben kendimi tutabilirsem eğere/ sesimi tutabilirsem…
            İkisini, neden birbirinden ayıramıyorum? 
             Düşünüyorum da…Canından ayrı tutmadığı, bu demek bir dosttan bir arkadaştan bir oğuldan daha başka bir şey, belki de ikizi gibi gördüğü Bedrettin’in ansızın yitirilmesi olayı; Hasan Hüseyin’le evliliğimizin son dönemine damgasını kaçınılmaz olarak vurmuştur! Başka türlü, şöyle diyebilirim: Bedrettin’den öylesine ayırtılmakla Hasan Hüseyin; akıl sağlığını yitirmediyse de, çok ağır biçimde, duygusal ‘yıkım’a uğramıştı…
            Geçmiş miydi önümüzde uzanan artık, yoksa gelecek miydi; anılarım, gitgide derinleşerek, acılaşma dozu artarak ve içinden çıkarak elbet, benimle yaşar gider… Ne var ki; otuz yılı aşmış böyle gerçek bir uzaklıktan bakınca şimdi; Bedrettin’den sonraki yılları biz Hasan Hüseyin’le nasıl paylaştık, bunun adının konması bile, baş döndüren bir süreçtir. Geride, 12 Eylül’ün hemen öngününde; olanca bilinçli bir kederi ve isyanı sesiyle, yüreğiyle, yaratıcı tüm varlığıyla taşımış bir Hasan Hüseyin çıkıyor karşımıza! Ben O’nun silinmeyecek imgesine şaşarak; içimdeki, sanki başka bir insana bakar gibi bakmaya alıştım artık. Bu demek, Bedrettin gittikten sonraki Hasan Hüseyin; tümüyle ‘farklı’; nasıl demeli, benden ayrı bir insan olup çıkmıştı! Ozanın ardından; kıyısına köşesine değinen pek çok  yazı yazdım. Her saptamamla, O’nun başka bir yanını anlatmaya çalıştım. Özünü yansıtabildim mi? Hayır! Artık Bedrettin’siz bir Hasan Hüseyin gerçeğini gerektiği gibi, bu demek sıcağı sıcağına ve yerli yerine oturtabildiğimi sanmıyorum…
            O yakıcı 11 Temmuz ’78 sabahından, karlı ’83 Şubatına; neresinden baksak, daha bir beş yıla yakın yaşadı Hasan Hüseyin…
            Yaşadı mı? Tartışılır!
            çürüttük en güzel günlerimizi – zindan köşelerinde/ kapılarda
                                                                                              kaygılarda
                                                                                                          boş umutlarda…”
            Bütün ölümler geride kalan yakınlar için dayanılmazdır kuşkusuz; ama Azime Korkmazgil bunun katmerlisini yaşamış, ve kusursuz anlatmış; ayrıca, yeryüzünde en sevdiği varlığın en sevdiğini yitirince çektiği acıyı, düştüğü durumu, kendi acısına acılar katarak görmüş.
            Okuyun işte,
            Barış Gümüşbaş  ile Sancar Seçkiner’i bize böylesine değerli bir çalışma hazırladıkları; kitabın yayımına emeği, yardımı geçen herkesi de katkıları için yürekten alkışlıyorum    

                                                                                              Güncel Mersin, 7 Nisan 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder