BALKAN SAVAŞLARI
İş
Bankası Kültür Yayınları,Emre Yalçın ile
Pınar Güven’in yürüttükleri dizide, Lev Troçki’nin bu ilginç kitabını
yayınlamış: Balkan Savaşları. 654 sayfalık kitabı İngilizce’den Tansel Güney çevirmiş; görsel tasarın Birol Bayram’ın; düzeltiyi Alev Özgüner üstlenmiş; kitaba, Ahmet Salcan’ın biriktirdiği The
Illustrated London News’lardan resimler eklenmiş.
Troçki, 190’teki Devrim girişiminden
sonra Sibirya’ya sürülmüş, oradan Viyana’ya kaçmıştır; 1909’da Osmanlı
Devleti’ni ve Balkan ülkelerini izlemeye başlamış; 1912’de patlak veren savaş
sırasında, hemen her cepheyi dolaşarak, karşıt görüşlü Kievskaya Misl gazetesine
yazılar göndermiştir.
Bu
yazılar, sıradan bir savaş habercisinin yazıları değildir, hepsinde elle
tutulur yazınsal tatlar vardır; ancak ele aldığı ülkelerin toplumsal
durumlarıyla, dünyanın genel gidişiyle ilgili değerlendirmelere de yer verir
elbet. Örneğin, 14 Ekim 1912 tarihli yazısında, “emperyalist devletlerin ve Balkan
siyasetçilerini izledikleri siyasetin ‘Bir Avrupa Savaşı’ndan başka anlam
taşımayacak, Avrupa çapında bir güç denemesine’
yol açabileceği uyarısında bulunmuştur.”
Kitapta,
gittiği yerlerdeki gözlemleri, yaptığı konuşmalar, dinlediği öyküler de yer
alıyor; kitabı alıp hepsini okumayı size bırakıp içlerinden birini buraya
almakla yetineyim.
“Atları
görmek üzere ahırların yanındaki otlağa gidiyoruz. Kozlenko atları tutkulu bir
ilgiyle inceliyor: Gerçek bir at dostu o.
‘Bu
Perşeron atları dün ordudan geri geldi, durumları fena değil, iyi beslenmişler.
Ama nedense kuyruklarını kesmiş, canavarlar… Bu da atları epey utangaç yapmış.’
Skopets, atlarına yüksek bir fiyat istiyor, aynı
zamanda bize bir tresura kiralamayı öneriyor. Çay içip meseleyi
konuşmak üzere sayfiye evine gidiyoruz. İki küçük kardeşi de yanımızda
oturuyor. Yaşlarını kestirmek güç – on sekizle otuz arasında olmalılar. Derken
bir ‘amca’ geliyor, utangaç bir ihtiyar, belli ki çok daha yoksul. Sofrada
köylüler hizmet ediyor; solgun benizli, bedenleri yıpranmış kadınları kapı
dışında duruyor, yüzlerini göstermiyorlar. Konuşma, çay davetlerindeki gibi,
havadan sudan söz ederek, kibarca sürüyor.
‘Vanya,
hey Vanya’, diye bağırıyor büyük ağabey Kozlenko’ya,’gel bizimle çay iç!’
‘İçesim
yok, sağ ol.’
‘Olsun,
gene de gel.’
‘
Canım istemiyor. Bu sabah Köstence’de içtim, dün de içmiştim. Artık içesim
yok.’
‘Şu
bizim Vanya ağırlığınca altın eder’, diyor ‘amca’ gerçekten inanarak.’Onun gibi
çalışan zor bulunur. Atlarınızdan biri ölünce, ağladı. Niye ağlıyorsun, diye
sordum – at senin değil ki. Olsun, gene de üzülüyorum, dedi. Eve yalnız
gelirken, hep rahvan sürer atını. Atlara onun kadar iyi bakan başka birini
bulamazsınız. Komşularımızdan biri, yanında çalışmak üzere bir Çingene tuttu;
hâlleri korkunç, sürekli kavga ediyorlar, karakolluk bir olay çıkacak diye
korkuyor şimdi.’
‘Gurbet
ellerinde yaşıyorsunuz, içiniz daralmıyor mu, sıkılmıyor musunuz?’ diye
soruyorum çiftçilere.
‘Sıkıntıya
alıştık, beyefendi. Başımıza geleni çekeceğiz, elimizden başka ne gelir? Canın
sıkılırsa, çaresi yok, katlanacaksın. Param olsaydı, kışın, belki can
sıkıntısından kurtulmak için ülke dışına giderdim. Ama paran yoksa, öyle fazla
sıkılamayız.’
‘İyi
ama, meleksiz de sayılmazsınız: Hepinizin, bir köşeye ayırdığınız birkaç
bininiz vardır…’
‘Peki
ama doktor, söylesene, kim verir bize o kadar parayı? Meseleye bir de bu açıdan
bakalım’, diyor çiftçilerden biri, sesinde belirgin bir tedirginlik. Sonra
soruma karşılık vererek konuşmasını sürdürüyor: ‘Kışın siyaset de konuşuruz.
Köyde Moldavalılar var, Rumlar, Türkler, Bulgarlar var – haa, bir de Ermeni
vardı, geçen bahar öldü. Bir araya gelip
şöyle diyoruz: Her birimiz bir büyükelçiyiz; Türk, Rum, Rus, Ermeni
büyükelçileri. Hadi artık siyaset konuşalım. İşte böyle zaman geçiriyoruz.’
‘
Peki Rusya’da durum nasıl, beyefendi?’ diye soruyor ‘amca’.
‘Ben
Rusya’dan ayrılalı çok oldu…’
‘
Demek siz de bizim gibi uzun süredir gurbettesiniz…Kimilerimiz Sibirya’dan
geldi- orada sürgündeydiler.’
‘
Evet, sizinkilerin çoğunu Sibirya’da gördüm.’
Gördüğünüz
gibi, daha çok Balkanlar’dan İnsan Manzaraları’na benziyor Troçki’nin anlatımı: sıcak, içten.
Edebiyat
Galerisi, 6 Şubat 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder