7 Şubat 2013 Perşembe

BALKAN SAVAŞLARI




BALKAN SAVAŞLARI


            İş Bankası Kültür Yayınları,Emre Yalçın ile Pınar Güven’in yürüttükleri dizide, Lev Troçki’nin bu ilginç kitabını yayınlamış: Balkan Savaşları. 654 sayfalık kitabı İngilizce’den Tansel Güney çevirmiş; görsel tasarın Birol Bayram’ın; düzeltiyi Alev Özgüner üstlenmiş; kitaba, Ahmet Salcan’ın biriktirdiği The Illustrated London News’lardan resimler eklenmiş.
            Troçki, 190’teki Devrim girişiminden sonra Sibirya’ya sürülmüş, oradan Viyana’ya kaçmıştır; 1909’da Osmanlı Devleti’ni ve Balkan ülkelerini izlemeye başlamış; 1912’de patlak veren savaş sırasında, hemen her cepheyi dolaşarak, karşıt görüşlü Kievskaya Misl gazetesine yazılar göndermiştir.
            Bu yazılar, sıradan bir savaş habercisinin yazıları değildir, hepsinde elle tutulur yazınsal tatlar vardır; ancak ele aldığı ülkelerin toplumsal durumlarıyla, dünyanın genel gidişiyle ilgili değerlendirmelere de yer verir elbet. Örneğin, 14 Ekim 1912 tarihli yazısında, “emperyalist devletlerin ve Balkan siyasetçilerini izledikleri siyasetin ‘Bir Avrupa Savaşı’ndan başka anlam taşımayacak, Avrupa çapında bir güç denemesine’  yol açabileceği uyarısında bulunmuştur.”
            Kitapta, gittiği yerlerdeki gözlemleri, yaptığı konuşmalar, dinlediği öyküler de yer alıyor; kitabı alıp hepsini okumayı size bırakıp içlerinden birini buraya almakla yetineyim.
            Atları görmek üzere ahırların yanındaki otlağa gidiyoruz. Kozlenko atları tutkulu bir ilgiyle inceliyor: Gerçek bir at dostu o.
            ‘Bu Perşeron atları dün ordudan geri geldi, durumları fena değil, iyi beslenmişler. Ama nedense kuyruklarını kesmiş, canavarlar… Bu da atları epey utangaç yapmış.’
            Skopets, atlarına yüksek bir fiyat istiyor, aynı zamanda bize bir tresura  kiralamayı öneriyor. Çay içip meseleyi konuşmak üzere sayfiye evine gidiyoruz. İki küçük kardeşi de yanımızda oturuyor. Yaşlarını kestirmek güç – on sekizle otuz arasında olmalılar. Derken bir ‘amca’ geliyor, utangaç bir ihtiyar, belli ki çok daha yoksul. Sofrada köylüler hizmet ediyor; solgun benizli, bedenleri yıpranmış kadınları kapı dışında duruyor, yüzlerini göstermiyorlar. Konuşma, çay davetlerindeki gibi, havadan sudan söz ederek, kibarca sürüyor.
            ‘Vanya, hey Vanya’, diye bağırıyor büyük ağabey Kozlenko’ya,’gel bizimle çay iç!’
            ‘İçesim yok, sağ ol.’
            ‘Olsun, gene de gel.’
            ‘ Canım istemiyor. Bu sabah Köstence’de içtim, dün de içmiştim. Artık içesim yok.’
            ‘Şu bizim Vanya ağırlığınca altın eder’, diyor ‘amca’ gerçekten inanarak.’Onun gibi çalışan zor bulunur. Atlarınızdan biri ölünce, ağladı. Niye ağlıyorsun, diye sordum – at senin değil ki. Olsun, gene de üzülüyorum, dedi. Eve yalnız gelirken, hep rahvan sürer atını. Atlara onun kadar iyi bakan başka birini bulamazsınız. Komşularımızdan biri, yanında çalışmak üzere bir Çingene tuttu; hâlleri korkunç, sürekli kavga ediyorlar, karakolluk bir olay çıkacak diye korkuyor şimdi.’
            ‘Gurbet ellerinde yaşıyorsunuz, içiniz daralmıyor mu, sıkılmıyor musunuz?’ diye soruyorum çiftçilere.
            ‘Sıkıntıya alıştık, beyefendi. Başımıza geleni çekeceğiz, elimizden başka ne gelir? Canın sıkılırsa, çaresi yok, katlanacaksın. Param olsaydı, kışın, belki can sıkıntısından kurtulmak için ülke dışına giderdim. Ama paran yoksa, öyle fazla sıkılamayız.’
            ‘İyi ama, meleksiz de sayılmazsınız: Hepinizin, bir köşeye ayırdığınız birkaç bininiz vardır…’
            ‘Peki ama doktor, söylesene, kim verir bize o kadar parayı? Meseleye bir de bu açıdan bakalım’, diyor çiftçilerden biri, sesinde belirgin bir tedirginlik. Sonra soruma karşılık vererek konuşmasını sürdürüyor: ‘Kışın siyaset de konuşuruz. Köyde Moldavalılar var, Rumlar, Türkler, Bulgarlar var – haa, bir de Ermeni vardı, geçen bahar öldü. Bir  araya gelip şöyle diyoruz: Her birimiz bir büyükelçiyiz; Türk, Rum, Rus, Ermeni büyükelçileri. Hadi artık siyaset konuşalım. İşte böyle zaman geçiriyoruz.’
            ‘ Peki Rusya’da durum nasıl, beyefendi?’ diye soruyor ‘amca’.
            ‘Ben Rusya’dan ayrılalı çok oldu…’
            ‘ Demek siz de bizim gibi uzun süredir gurbettesiniz…Kimilerimiz Sibirya’dan geldi- orada sürgündeydiler.’
            ‘ Evet, sizinkilerin çoğunu Sibirya’da gördüm.’
            Gördüğünüz gibi, daha çok Balkanlar’dan İnsan Manzaraları’na benziyor Troçki’nin anlatımı: sıcak, içten.

                                                                       Edebiyat Galerisi, 6 Şubat 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder