YILDIZ ERSOY CANPOLAT
Yıldız’ı, Edebiyat Fakültesi, Fransız Dili ve Yazını Bölümü’ünde tanıdım;
şimdi ayrıntısını unuttuğum bir gelişmeyle, evine çağrılacak kadar dost olduk.
Ve orada, Anadolu’dan gelmiş, hani şu Klasik Türk Müziği denen şeyin dışında bir
şey dinlememiş biri olarak, Rossini’nin Cezayir’de Bir İtalyan Kızı Giriş
Müziği’ni dinleyince, yepyeni bir kapı açıldı yaşamımda: o güne dek, anam babam
ben, 15 günde bir Pazarları, Şan Sineması’nda Münir Nurettin Selçuk
yönetimindeki dinletiye gidiyorduk; buna sevgili Cemal Reşit Rey yönetimindeki
İstanbul Şehir Oskestrası dinletileri eklendi.
1955-60 arasında her evde uzunçalar, pikap yoktu elbet; Yıldız’cığım bunlara
sahip talihli evlerden birinde yaşadığı için, okulu vaktinde bitirdi gitti;
ondan sonra bir daha görüşemedik. Derken, iletişim ağından bir Yıldız seslendi;
sordum, sen okuldaki arkadaşım mısın diye, yanıt olumluydu.
Meğer, çalışkan Yıldız, Fransızca'nın ardından İspanyol dili ve yazını
okumuş, o bölümde öğretim üyesi olmuş, Mustafa Canpolat’la evlenmiş, Ankara’ya
yerleşmiş; geçen gün kargocu oğlan çalışmalarından bir bölümü getirip bıraktı:
daha yalnız doktorasının verdiği zamanda hazırladığı Çağdaş İspanyol Romanı;
doçent olduktan sonraki çalışması İçsavaş Sonrası İspanyol Romanı; Dünya
Kitapları’na hazırladığı Öykü Antolojisi;son olarak da Everest Yayınları’na
yaptığı Che Guevera Burada. Alt başlığı “küçük bir seçki”, ama kitap 550
sayfa.
Kitap dört ana bölümden oluşuyor: 1. Bölüm, Küba’da Devrimci Savaş; 2. Bölüm,
Küba Yılları 1959-1965; 3. Bölüm, Uluslar arası Dayanışma; son ölümse
Mektuplar’a ayrılmış.
Bu güzel, önemli kitaptan yalnız Fidel Castro’ya yazdığı mektubun kısa bir
bölümünü alacağım, size düşen, kitabı hemen edinmek.
“Fidel,
…
Geçen yaşamımı gözden geçirince, devrim zaferini güçlendirmek için yeteri
kadar dürüstçe ve kendimi vererek çalıştığımı sanıyorum. Oldukça ciddi tek
yanlışımın, Sierra Maestre’daki ilk anlardan itibaren sana daha çok güvenmemem,
senin yönetici ve devrimci özelliklerini yeteri kadar açıklıkla anlamamış
olmamdır. Senin yanında şahane günler yaşadım ve Karayipler Krizi’nin en
parıltılı, en acılı günlerinde halkımızın bir parçası olmanın gururunu
duyumsadım.
Bir devlet adamı nadiren bu günlerdeki kadar yükseklerde parlamıştır, seni
hiç duraksamadan izlemiş olmaktan, senin düşünme, tehlikeleri ve ilkeleri görüp
değerlendirme tarzınla özdeşleşmekten gurur duydum.
Dünyanın başka toprakları da alçakgönüllü yardımımı istiyorlar. Küba
cephesinde, senin üstlenmek istemediklerini ben yapabilirdim, ama ayrılma
saatimiz geldi.
Bunu, sevinç ve acı karışımı duygularla yaptığımı bilin; yapıcı umutlarımın
en temizini ve sevgili varlıklarım arasındaki en sevdiğimi burada
bırakıyorum…Beni evladı gibi bağrına basan bu halkı bırakıyorum; bu da, ruhumun
bir parçasını yaralıyor.(…)”
İnsan yazgısı konusunda en doğru sözü, biliyorsunuz, bilge Demokritos
etmişti: “evrendeki her şey gibi,yazgımız da, olasılık ve gerekliliklere
bağlıdır”; sevgili Yıldız önündeki olasılıklardan en güzelini sımsıkı kavramış,
İspanyol dilini öğrenip kendine ışıklı bir yol çizmiş; o yolda öğretmenlik,
çevirmenlik, yazarlık yaparak ışık saçmayı sürdürmüş.
Doğrusu, 50 yıl aradan sonra, tek bir plakla yaşamımda o kadar büyük değişime
yol açan Yıldız’a kavuşmak, uzaktan da olsa yazışmak, çalışmalarından bazılarını
edinmek armağanların en güzeliydi. Ne mutlu kendilerine böyle bir yaşam
oluşturmuş Yıldız’la Mustafa’ya; ne mutlu dostları olan bana!
Cumhuriyet, 01.02.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder