İBRAHİM ZAMAN
Işıkla biçim yaratma sanatını, fotoğrafı sanırım kendimi, dünyamızı,
evrenimizi algılamaya başladığım günden beri tutkuyla seviyorum; ister duruk
olsun, isten devingen. Yalnız basılı olan örnekler arasındaysa, yine aynı güden
bu yana bir ad sürekli gözüme çarpardı: İbrahim Zaman.
Derken, olasılık+gereklilik ikilisi, bir gün onu Ulusal Kanal’da konuk etmeme
izin verdi; o gün bayıldığım fotoğrafları çeken insana daha çok bayıldım;
söyleşi sırasında bir ara değindiğimiz, “zanaat mı önemli, sanat mı? ” sorusuna
canlı yanıttı sevgili İbrahim: “hangi anlatım aracını kullanırsanız kullanın,
önce onunla her gün daha ustaca oynamayı bilmiyorsanız, zanaattan sanata,
kişisel anlatıma, yaratışa geçemezsiniz.”
Sevgili babası onu abisi gibi terzi yapmak istemiş, ama İbrahim bu zanaata
hiç yakınlık duyamamış – iyi ki duyamamış elbet. İmdadına abisi yetişmiş, onu
fotoğrafçı bir arkadaşının yanına çırak vermiş, ve büyük sevda daha kırmızı
ışıklı karanlık odaya girdiği an başlamış. İlkin ustası gibi, hani şu
“vesikalık” dediğimiz resimleri çekerek işe başlamış; ardından, boş
zamanlarında, kırlarda bayırlarda dolaşırken, ışık oyunlarını şiirsel bir
anlatımla yakalamaya girişmiş, ve kendisi gibi geçen yıl 50. Sanat yılını
tamamlayan ortak dostumuz Gültekin Çizgen’in güzel deyişiyle, “tam gün çalışan
fotoğraf sevdalısı” olup çıkmış.
Adını taşıyan siteye girerseniz, hem bu 50 yıldaki ürünlerini, hem kazandığı
ödülleri, kitaplarını görürsünüz.
Ben albümleri arasından “Tarlalar”a yazdığı önsözden kısa bir alıntı yapayım,
kendine, dünyaya, uğraşına nasıl baktığını özetlemek üzere:
“Binlerce yıl önce insanoğlu toprağı tanıdı. Sonra onu işledi. Tarıma
elverişli araziler hâline getirdi.(…)Çocukluğumda tarlalarda oynar, içlerinde
gezinir, ekilenleri tanımaya çalışırdım. Doğanın bağrında kendimi çok mutlu
hissederdim. Bir yandan bu toprağı işleyen çilekeş Anadolu insanının inanılmaz
şartlarda harcadığı çabayı, göğüslediği zorlukları görürdüm. Özellikle köylü
kadınların daima başrolde, bazen çift sürmekte, bazen çapa yapmakta oldukların
görür, onlar için içlenirdim. (Hâlâ öyleyim.) Oysa onlar yaşam biçimi kabul
ettikleri bu uğraştan hiç şikayetçi görünmezlerdi. Şen şakrak işlerin
sürdürürlerdi.
Kırsal alanda ovalara, bayırlara serpilmiş uçsuz bucaksız tarlalar arasında,
parsel parsel ayrılmış arazilere herkesin ayrı zamanlarda ektiği ürünler
nedeniyle meydana gelen renk cümbüşü beni daima derinden etkilemiştir. (…)
Araziye kuşbakışı bir göz attığınızda, usta ressamları ve grafikçileri
kıskandıracak bir renk cümbüşü, lekeler ve grafik oluşumlar karşısında
şaşkınlığınız gizleyemezsiniz. Mutlulukla seyre dalar gidersiniz. Toprak, Âşık
Veysel’in ‘sadık’ yâridir. Yunus Emre de sarı çiğdeme sorar: “Anan baban var
mıdır?/Ne sorarsın be Derviş? Anam yer,babam yağmur” yanıtını alır. (…) Ben ne
Âşık Veysel gibi ozan, ne Yunus Emre gibi ermişim. Fakat ben de fotoğraf diliyle
muradımı anlatabildiğimi sanıyorum.
Fotoğrafçı olarak yaşamım boyunca toprağa, tarlaya olan tutkumu; onun
fotoğrafik yanlarını keşfedip görüntülemeye, ortaya koymaya çalıştım.
Dolayısıyla bu görselliği sizlerle paylaşmaktan mutluyum.”
Yukarıda belirttiğim gibi, sevgili İbrahim Zaman, zanaatını kusursuz
öğrendiği; her gün kendini aşmayı amaç edindiği için, ister tarlaları, ister
dünyanın dört bir yanında insan kardeşlerini çeksin, onlara bitmez tükenmez,
koşulsuz, içten bir sevgiyle bakmayı ve gördüğünü en şiirsel dille anlatmayı
başarmış.
Doğrusu olasılık+gereklilik ikilisi onda da kusursuz buluşmuş, bize tadına
doyulmaz bir armağan vermişler. Ömrün uzun olsun alçakgönüllü, ozan ruhlu, sevgi
kaynağı güzel dostum!
Cumhuriyet, 18.01.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder