6 Ocak 2013 Pazar

VANYA DAYI”

VANYA DAYI”


            Tiyatro Pera 10. yılını kutluyor; sevgili Nesrin Kazankaya, bunun için yerinde bir seçimle Çehov’un Vanya Dayı’sını yeniden çevirip sahnelemiş; dün akşam izledik, ve bayıldık.
            Her zamanki gibi, oyunun tanıdım kitapçığı büyük bir özenle, bilinçle hazırlanmıştı; 1904 sonuna doğru, Çar’ın kapısı önünde toplanan emekçiler bakın neler demişler verdikleri dilekçede:
            “Efendimiz! Burada toplanmış olan binlerce kişi, insan görüntüsünde olmakla birlikte, insanca hakların hiçbirine sahip değiliz; konuşma, düşünme, toplanma hakkımız yok. Sizin memurlarınızın da katkısıyla tam bir esaret altındayız İşçi sınıfının ya da sıradan halkın çıkarlarını savunan tek bir söz dudaklarımızdan döküldüğü zaman ya sürgüne ya da zindana yollanıyoruz, İşçi ve köylüler, hükümeti ve halkı soyan bürokratların idaresinde.(…) Rusya, yalnız bürokrat hükümetle yönetilemeyecek kadar büyük ve sorunlu bir ülkedir. Bu ülkeye halk temsilciliği gerekli. Halk kendi kendine yardım etmeli, kendini yönetmelidir. Halkın yardımını geri çevirmeyin, bu yardım kabul ederek halkın her sınıf ve kesiminden seçilecek Rus ülkesinin temsilcilerini hemen göreve çağırın. Kapitalistler, işçiler,bürokratlar, din adamları, doktorlar, öğretmenler, hepsi birer temsilci seçsin. Bırakın hepsinin özgür ve eşit bir ‘oy’u olsun. Bırakın anayasal bir meclis, gizli oyla, adil genel seçim yapılsın. (…)
            Önümüzde yalnızca iki yol var: birincisi özgürlük ve mutluluğa, ikincisi mezara gidiyor. Canlarımız Rusya’nın acılarını dindirme uğruna feda olsun.Biz bu özveriye seve seve katlanırız.”
            Gördüğünüz gibi, gerçek üretimde bulunan emekçiler olması gerektiği gibi bilinçli, açık sözlü. Ama ne Çar’ın, ne de küçük birer Çar gibi yaşamaya özenen taşralı okumuşların bu uyarılara kulak asacak gücü, bilgisi var o günlerde. Nitekim, oyunun geçtiği çiftlikte de, kadınlı erkekli emekçiler, daha ilk sahnede: artık ne sabah belli, ne öğle, ne akşam; öğle yemeği akşam yedide yeniyor,diye yakınıyor.
            Buna karşılık, doktorun dışında, bir de Sonya koşup didiniyor asalakların başı Prof. Serebryakov’un keyfini yerine getirmek için.
            Sanırım ömründe elini soğuk sudan sıcağına sokmamış olan Mama başta, bütün ev halkı profesörün çevresinde pervane; çiftliğin bütün gelirini seve seve ona sunan Vanya artık ayılır gibi; üstelik genç karısına baygın. Ama onun da sabahtan akşama oflayıp  poflamaktan, sağ sola eleştiri okları savurmaktan başka işi yok,
            O karman çorman toplumsal yapı içinde, işçiler, çiftçiler kadar olmasa da, somut bir iş gördüğü için, biricik aklı başında, tutarlı, sevecen insan Dr. Astrov. Üstelik, tıpkı Çehov’un kendisi gibi, daha o yıllarda sorumsuz tüketim toplumunun ağaçları, böcekleri kuşları, ceylanları nasıl yok ettiğini görüyor; kaygılarına en yakın arkadaşları bile delilik saçmalık diye baktığından, tek avuntusu votka.
            Ee, 1900’lerin başında ne Freud, biliniyor besbelli Rusya’da, ne de Marx; hele ikisinin bileşimi olan Wilhelm Reich kimsenin hayalinden bile geçemez kuşkusuz. Onun dediği gibi, insan adındaki memelinin yaşamı sevme (sevişme), çalışma (üretme), bilgi edinme (üretme) işlevlerinin art arda, iç içe sürdürülmesinden oluşamadığı için, güzel asalak kadın Yelena  arasıra piyano tıngırdatmaktan, ortalıkta salınmaktan başka bir şey yapmıyor; Vanya ile Astrov bu asalağa vurgun; Yelena  doktora küçük bir eğilim doyuyor gerçi, ama önyargı zincirlerini kıracak gücü yok.
            Binlerce yıllık ataerkil zorbalığın üstüne binen anamalcı baskıdan ötürü ancak süs bebeği olmasına izin verilen kadın nasıl gösterebilirdi 1900’larda bu gücü? 2010’da bile gösteremiyor, Küba’nın dışında.
            Bu kısırdöngüyü parçalamanın yolunu herkesten önce sevgili Mustafa Kemâl gördü; kadını, anamızı, avradımızı, yârimizi o karanlık kuyudan kurtarmak üzere gerekli adımları attı, okulları açtı; ama o kadar yalnızdı ki, 15 yılda yorulup tükendi.
            Onun bıraktığı yerden meşaleyi alan Fidel Castro ve arkadaşları, önce Küba kadınını, ona bağlı olarak bütün toplumu binlerce yıllık bilgisizlik köleliğinden kurtarıp aydınlık yurttaşlar yaptılar. Sonucu, ancak Küba’ya giderek görebilirsiniz.
            Dönelim oyuna; doğrusu, televizyon dizilerinde bozuk para gibi harcanan Selçuk Yöntem ile Can Kolukısa başta; Sonya’yı canlandıran Linda Çandır; Tiyatro Pera’nın orta direklerinden sevgili Levend Öktem; Aysan Sümercan, İlker Yiğen, Zeynep Özden, Vokan Aktan, Ömer İvedi, Oğuz Turgutgenç, Evrim Artut, o olanaksız salonda, Vanya Dayı’yı bize tattırmak üzere sıra dışı bir çabayla çırpındılar.
            Nesrin Kazankaya’nın tiyatro sevgisi, enerjisi gerçekten sıra dışı; oyunu akıcı bir dille çevirmiş, başarıyla sahneye koymuş, ayrıca Yelena’yı canlandırmayı üstlenmiş; oyunun sunulmasına Şafak Eruyar dramaturg; Başak Özdoğan  bezemci; Fatma Öztürk  giysici olarak katkıda bulunmuş. Işıklandırma Yüksel Aymaz’ın. Zeynep Özden, oyunculuğun yanında yönetmen yardımcılığı da yapmış her zamanki gibi.
            Küresel saldırının doruğa çıktığı günümüzde tiyatro sanatını ayakta tutmaya; hepimizi  silkeleyip uyandırmaya çalışan bu güzel insanları yürekten alkışlıyorum.
Ulus Gazetesi. 8 Kasım 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder