Çalışkan Kaan Turhan, yeni bir kitap
hazırlamış, Asya Şafak yayınları bastı: Madenler ve
Emperyalizm.
Kaan, bilinçli bencillerden
olduğu için, yurdunu, dünyamızı güneş soğuyana dek yaşatabilmek için çabalıyor
sürekli; ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara değiniyor, insan kardeşlerini
uyandırıp ölümün yerine dirimi savunmaya çağırıyor.
Adı üstünde, bütün öbür yaşam kaynakları
gibi, madenlerimizin yüzlerce yıldır dünyamızın iliğini kemiğini sömürmüş gözü
doymaz soyguncular tarafından çatır çatır elimizden alınışına parmak basıyor
yeni kitabında.
Bu amansız kavgayı izleyenler biliyordur, bu
savaşımın öncülerinden Dr. Necip Hablemitoğlu bu uğurda şehit edilmişti.
Daha Aralık 2003’te bakın neler demiş Hablemitoğlu:
“Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu
Projesi’ne ötede beri karşı olan AB ülkeleri, GAP çerçevesinde yapılacak
barajların altında Zeugma ve Hasarkeyf gibi 1135 antik kentin kalacağını iddia
ederek Türkiye’yi kültürel Vandalizmli suçlamaktadırlar. Ancak Türkiye’nin AB’ne
aday üyeliğinin söz konusu olmasıyla bu söylemde daha ileri giden AB üyeleri,
Türkiye’nin bu barajlarla açıkça ‘Kürdistan’ın ya da en azından Mezopotamya’nın
tarihini yok etmeye çalıştığını iddia etmeye başladılar. O kadar ki, 50 Kürt (!)
köyünün yanı sıra, efsanevi (?) Kürt lideri Abdullah Öcalan’ın doğup büyüdüğü
köyün de sular altında bırakılacağını, dolayısıyla bir ulusun tarihinin yok
edilmeye çalışıldığını; bunu da Türk hükümetlerine Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
dayattığını öne sürdüler. Avrupa basınında insan haklarıyla özdeşleştirilen
ayrılıkçı Kürt terörizmini himaye kapsamında, söz konusu antik kentlerin malzeme
olarak kullanılmasından vaz geçecekleri konusunda en küçük bir belirti
görünmemektedir… Dicle üzerindeki en kapsamlı hidroelektrik barajı olarak yapımı
öngörülen Ilısu barajı, İsviçre’den Sulzer Hydro, İngiltere’den Balfour Beatty,
Türkiye’den Nurol firmalarının başı çektiği uluslar arası bir şirketler
birliğine ‘yap-işlet-devret’ yöntemiyle Refah Partisi iktidarı tarafından
verilmiştir. 2008 yılında bitirilmesi öngörülen 1200 megavat gücündeki barajın
yaklaşık 1.5 milyar dolara mal edilmesi tasarlanmaktadır. İnşaatın finansmanıysa
ağırlıklı olarak İngiltere ve İsviçre’nin yanı sıra, Almanya, ABD, İtalya, İsveç
gibi ülkelerin finans kurumlarınca karşılanacaktır.”
Görüldüğü gibi, yurdumuzun, özellikle de Güneydoğu Anadolu
bölgesinde yaşayan Türk-Kürt yurttaşlarımızın geleceğini güvence altına alacak;
insanlara iş, aş, eş, barış getirecek bu büyük tasarı da, bütün öbürleri gibi,
küresel çıkar oyunlarına oyuncak edilmiştir; bir yandan en korkunç masalları
uydurup en utanmaz yalanları atarken, öte yandan hem yapım aşamasında, hem
sonrasında orada yaratılacak artı-değeri güle oynaya paylaşmaktadır bir avuç
küresel sülük. Elbette yerli ortaklarına trilyon tutan kırıntılar
bağışlayarak.
Kitapta bu konuda sayısız olay ve ayrıntı
var; bunlardan biri de, ülkemizde bolca bulunduğu saptanan toryumun uranyum
yerine kullanılmasıyla çekirdek enerjisi üretimini düşünen Prof. Dr. Engin
Arık’la çalışma arkadaşlarının, Kürt sorununu ABD’nin dayattıklarının
dışında yollardan çözmeye çalışan Org. Eşref Bitlis gibi, bile bile
düşürülen bir uçakta öldürülmesi.
Sevgili Ünal Endoğan, Ulusal Kanal’da
anlata anlata dilinde tüy bitti: bırakın çekirdek enerjisini, rüzgardan falan
elde edilecek elektriği, yalnız Karadeniz bölgesindeki
(hani şimdi üzerlerine HES’ler kurup hem çevreyi, hem orada
yaşayanları perişan edecek olan )
akarsulardan, küçük üretimliklerle elde edilecek gelirin Türkiye’nin bütün dış
borçlarını ödedikten sonra, yılda milyarlarca dolar kazanç sağlamak olası. Ama
küresel yağmacılar, buradaki sivil-asker yetkileri (?) avlayıp tavlayarak
yurdumuzu, insanlarımızı bu doğal, tehlikesiz olanaktan yoksun bırakıyorlar. Hem
de en cicili bicili laflarla, insan hakları, demokrasi, kalkınma, uygarlık falan
diyerek.
Aslında en az 1492’den beri oyun da,
oynayanlar da belli; üstelik şimdi, geçmiş yüzyıllara göre, ellerinde çok etkili
uyutma araçları var.
Bakalım yaşama içgüdüsü mü, bu uyutma mı
ağır basacak?
Hep söylüyorum ya, bu yapılan düpedüz
KÜRESEL HARAKİRİ’dir; ama son can çıkarılmadan umut kesemeyiz elbet.
Ulus Gazetesi, 1 Kasım 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder