Bunlar, film yönetmeni Ken Loach ile
bizim sevgili Ferhan Şensoy.
14-15 Ekim tarihlerinde, bu yılki film ve
oyun hakkımızı tükettik, art arda iki başyapıt izledik: 14’ünde, Beyoğlu
Sineması’nda, Film Ekimi kapsamında Ken Loach’un Tehlikeli
Yol’unu gördük; ertesi gün de Ortaoyuncular’ın yeni oyunu İşsizler
Cennete Gider’i izledik.
Gemi iyice azıya alan, gittikçe de azıtmakta
olan anamalcı yalan-talanın dünyamızda yol açtığı yıkıntıları anlatıyor iki adam
gibi adam; biri İngiltere ve Irak’taki çöküşü, öbürüyse yurdumdakini betimliyor,
hem de ne çarpıcı bir dil ve görüntülerle!
Küresel soygun hiçbir yeni üretime izin
vermediğinden, iş alanı yaratmadığından, eski askerler yeni bir alanda, güvenlik
kuruluşlarında görev alıyorlar İngiltere ve İrlanda’da; üstelik ömürlerinde
görmedikleri bir paraya, ayda 10 000 pounda; hem de vergisiz mergisiz.
Yapacakları, ünlü kişileri korumak; ee,
ünlüler de İngiltere ve İrlanda’dan çok, cehenneme çevrilen Irak’ta tehlike
altında elbet; dolayısıyla filmin başında bir gemide içki şişesini kapışmak
üzere kovalaşan iki gençten biri Irak’ın yolunu tutuyor; askerlere, güvenlik
görevlisi arkadaşlarına oranla daha insan kalabilmiş besbelli, yerlilerle
ilişkisi var, kadınlara çocuklara, boşu boşuna öldürülüp parçalanan insancıklara
acıyor.
Ama ölüm çarkı öyle kurulmuş ki, böyle ayrık
otlarına hiç yer yok; temizlenmeleri gerekiyor: öyle de oluyor, önce sevip
korumaya çalıştığı ailenin arabası taranıyor, bunu yapan iş arkadaşına ( ya da
arkadaşlarına) bağırıp çağırırken, o da öbür dünyaya postalanıyor, hem de tabutu
getirildiğinde can yoldaşı arkadaşına gösterilemeyecek kadar
parçalanarak.
Bunun üzerine, anamalcı yalan-talanın
adaletine, yargıçlarına güvenemeyen arkadaşı onun ölümün aydınlatmak,
öldürenleri bulmak üzere araştırmaya girişiyor.
Bu araştırma sırasında
güvenlik kuruluşunun başındaki vurdumduymaz, kıl kıranta katilleri
tanıyoruz; arkadaşını öldürdüğünü sandığı kimi acımasız görevlileri golf
oynarken izliyoruz; ama bana sorarsanız, filmin en çarpıcı yanlarından biri,
yerle bir edilen Irak-Mezopotamya uygarlığından geriye kalmış bir şarkıcının hem
de bizim sazın aynısı bir çalgıyla söyledi Irak şarkısıydı.
Sevgili arkadaşıyla birlikte Irak’ta kalmış
görevlilerden birini, katil sanıp işkence masasına yatırması; şimdi artık
Amerikalıların da, onların ve bütün dünyadaki katillerin asıl büyük ustası
İngilizlerin de insan kardeşlerine neler yaptıklarını dayanılmaz görüntülerle
izledik; ama sonradan ortay çıkan birtakım yeni tanıklar katilin o olmadığını
kanıtlayınca, zavallı oğlanın çaresizliği, umutsuzluğu, kendini derin sulara
bırakışı.
Ve bu, dürüst, yetenekli, hâla kendini
satmamayı başarmış bir insanın söyleyebildikleriydi; gerçek bunların bin misli
daha acı,
Ferhan’a gelince, İngiltere’ye,
Avrupa’ya bile en küçük bir yaşama umudu ve sevinci bırakmayan küresel saldırı,
ülkemi ve benzerlerini çok daha çaresiz bıraktı, bırakmakta; sevgili
Ferhan, bu yıkılışı bir tiyatro sevdalısı olarak yine çok çarpıcı biçimde
özetlemişti: rastlantı bu yana, İngiltere’de master yapmış bir makine mühendisi
de, üniversite bitirmiş eşi de işsizdirler; her gün bütün iş duyurularını
dikkatle okurlar; kadın temizlikçi, adam da çöpçü, hamal, kurye olmaya çoktan
razıdır, ama insanı açlık sınırında yaşatacak bu işlere girebilmek bile AB’ye
girmekten çok daha zordur artık.
Karınlarını doyurabilmek için bir paket
kırik-kırak ya da bir hevenk muz çalmak zorundadırlar; biriken su parasını
ödeyebilmek için bir marketten 90 lira yürütünce görece kurtulur adam: deliğe
tıkılır. Ancak orası da sanıldığı kadar güvenli değildir, televizyonların yirmi
dört saat vaat ettikleri cennete kavuşmayı düşleyen hücre arkadaşına uyup
hapisten kaçar, doğal olarak yakalanır, cezası iki katına çıkar.
Daha fazlasını anlatmayım, hemen koşun, hem
kendinize armağan verin, hem de olanaksızı oldurup tiyatrolarını yaşatmak
isteyen Ortaoyuncular’a destek olun.
Oyunun her şeyi, her zamanki gibi, Ferhan
Şensoy’un; başlıca gelir kaynakları turizm, tanıma sığmaz para babalarıyla
analarının yarattıkları bitip tükenmeyen, tükenmeyecek bunalımdan ötürü gittikçe
daraldığından, 11 milyoncuk soylu insanı insanca yaşatmak için çırpınan Kübalı
yöneticiler gibi, buharlaşan paranın ve bütün öbür
düşünsel-duygusal sıkıntıların tiyatrodan uzaklaştırdığı izleyiciye her ne
pahasına olursa olsun ulaşmak üzere, sağ kolu Nuray Özbal’la birlikte –
bir ara sahneye taşıdığı Don Quijote gibi – mantıkdışı bir kahramanlıkla
çarpışan Ferhancığıma bu oyunda Serap Günaydın, Ali Çatalbaş ve
Elif Durdu eşlik ediyorlar.
Emeğe geçen herkese yürekten
alkış.
Ulus Gazetesi, 25 Ekim 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder