SOYGUNDAN ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ DOĞABİLİR Mİ?
Çarşamba akşamı, Fransız kanalı Arte’nin Musica adlı izlencesinde Napoli’yi
ve ünlü şarkılarını ele aldılar.
Ölüm ve bereket kaynağı Vezüv’ün eteğinde yaşayan Napoli halkı, Einstein’ın
özetlediği evrensel yasayı çoktan öğrenmiş: “her şey gelip geçicidir,
görecedir”. Dolayısıyla, içlerinden alçakgönüllüce bir dükkânın önündeki masayı
cilâlayan usta şöyle diyebiliyordu:
“Para için değil, yaşamak için çalışıyorum.”
Başka biri de: “Çalışmak kadar, aylaklığın sağladığı düş kurabilme olanağı da
önemlidir” diyordu.
Dönüp dolaşıp Molière’in oyunundaki ikilemle karşı karşıya kalıyor insan:
“Yemek için mi yaşamalı, yoksa yaşamak için mi yemeli?”
Yeryüzünde insanın insanı, ve asıl erkeğin kadını sömürmesi başlayalı beri,
yukarıda değindiğim düş kurabilme olanağının hiçbir anlamı, daha doğrusu
gerçekleştirebilme umudu kalmamış.
Halkın dişinden tırnağından arttırdığı paralarla, hani şu ünlü “serbest
piyasa” adı verilen çark içinde sağlanan desteklerle açılmış bankalar, kısa
sürede, belli ellerde inanılmaz bir artı-değer birikimine yol açtı.
Bu ellerden biri, adının anılmasını hak etmeyen bir Beyin-oğlu kendi
bankasında ve öbür kuruluşlarında biriken paranın bir bölümünü, yaptığı soygun
çok göze batmasın; dahası, allanıp pullanıp bağışlanır, giderek alkışlanır
duruma gelsin diye sanata, sanat yapıtlarına yatırmıştı.
Ressam Adnan Çoker’in inanılmaz harakirisiyle, görkemli bir galeri de
açmıştı. İlk ve son sergisini ülkemizin sıra dışı yeteneklerinden Fahrelnisa
Zeid’in yapıtlarına ayrılmıştı.
Bu Beyin-oğlu’nun bankası da, İMF sözcüsü başka bir Seçkin’in bu aralar, yine
hepimizden çatır çatır alınan vergilerle kurtarmaya giriştiği bankalar
arasındaymış.
Eski Cumhuriyet yazarlarından Yalçın Bayer’in geçen gün Hürriyet’teki yazısı
bu konuya ayrılmış; Bayer yazısında Mustafa Karasarlıoğlu’nun çarpıcı mektubuna
yer vermişti: döndürülen dolaplar, vergilerimizle alınmış değerli yapıtların
haraç mezat kapışılması anlatılıyordu.
Derken, bir avuç iyi niyetli insan, söz konusu bankada ya da benzerlerinde
biriktirilmiş yapıtların böyle çarçur edilmemesi; toplanıp yıllardır acı acı
eksikliğini çektiğimiz Çağdaş Sanat Müzesi’nin çekirdeğini oluşturmakta
kullanılması için girişimde bulunmuş.
Doğrusu ben bu konularda sevgili Erol Manisala’nın bulunduğu noktadayım
artık: karaya kara, mora mor demenin zamanı geldi; çok ince ayrıntılarına dek
hesaplanmış dış kaynaklı bir izlence, Kurtuluş Savaşı’ndan önce becerilememiş
olanı gerçekleştirmeye çalışıyor.
Bu koşullarda, hangi parasal-siyasal erk’ten isteyeceğiz talanın, soygunun
durdurulmasın? Çarçur edilen kaynakların, o arada sanat yapıtlarının gerektiği
gibi değerlendirilmesini? İMF, Dünya Bankası ve yerli uşakları bu isteklerimizi
yerine getirir mi, getirebilir mi?
Gelin küçük bir kavram arıtması yapalım:
Şu ünlü “bireysel ya da kamusal vicdan” kavramının Fransızcası
“conscience”tır, yâni “ortak-bilim”; Türkçe’nin tadına doyulmaz güzelliğiyle,
“bilim”den, “bilinç” doğar. Zaten bilgi, bilim olmadan bilinç olamaz. Öte yandan
bilinç-vicdan diye bir ayrım da olamaz, yalnız bilinç vardır.
Öyleyse, bilinçleri aydınlatmanın tam sırasıdır.
Manisalı gibi halkının okuyup aydınlamasına ayırdığı parayı hak etmiş
tutarlı, bilinçli kişiler, yapmamız gerekeni her konuşmada, her yazıda
yineliyorlar: yeni bir silkiniş, yeni bir Kurtuluş Savaşı.
Sağda solda, ayrıntılarda oyalanmaya vakit kalmadı: asıl sorunu görüp
yanılsamasız tanı koyamazsak, bırakın sanatı, göz göre göre canımızı bile
alacaklar.
Canımızı kurtarabilirsek, bu yurdun yer altı-yerüstü kaynakları,
tasarlanan-tasarlanmaya bütün güzellikleri gerçekleştirmeye, bütün müzeleri açıp
donatmaya yeter.
Cumhuriyet, 16 Ocak 2002.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder