8 Ocak 2013 Salı

SOYGUNDAN ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ DOĞABİLİR Mİ?

SOYGUNDAN ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ  DOĞABİLİR Mİ?


Çarşamba akşamı, Fransız kanalı Arte’nin Musica adlı izlencesinde Napoli’yi ve ünlü şarkılarını ele aldılar.
Ölüm ve bereket kaynağı Vezüv’ün eteğinde yaşayan Napoli halkı, Einstein’ın özetlediği evrensel yasayı çoktan öğrenmiş: “her şey gelip geçicidir, görecedir”. Dolayısıyla, içlerinden alçakgönüllüce bir dükkânın önündeki masayı cilâlayan usta şöyle diyebiliyordu:
“Para için değil, yaşamak için çalışıyorum.”
Başka biri de: “Çalışmak kadar, aylaklığın sağladığı düş kurabilme olanağı da önemlidir” diyordu.
Dönüp dolaşıp Molière’in oyunundaki ikilemle karşı karşıya kalıyor insan: “Yemek için mi yaşamalı, yoksa yaşamak için mi yemeli?”
Yeryüzünde insanın insanı, ve asıl erkeğin kadını sömürmesi başlayalı beri, yukarıda değindiğim düş kurabilme olanağının hiçbir anlamı, daha doğrusu gerçekleştirebilme umudu kalmamış.
Halkın dişinden tırnağından arttırdığı paralarla, hani şu ünlü “serbest piyasa” adı verilen çark içinde sağlanan desteklerle açılmış bankalar, kısa sürede, belli ellerde inanılmaz bir artı-değer birikimine yol açtı.
Bu ellerden biri, adının anılmasını hak etmeyen bir Beyin-oğlu kendi bankasında ve öbür kuruluşlarında biriken paranın bir bölümünü, yaptığı soygun çok göze batmasın; dahası, allanıp pullanıp bağışlanır, giderek alkışlanır duruma gelsin diye sanata, sanat yapıtlarına yatırmıştı.
Ressam Adnan Çoker’in inanılmaz harakirisiyle, görkemli bir galeri de açmıştı. İlk ve son sergisini ülkemizin sıra dışı yeteneklerinden Fahrelnisa Zeid’in yapıtlarına ayrılmıştı.
Bu Beyin-oğlu’nun bankası da, İMF sözcüsü başka bir Seçkin’in bu aralar, yine hepimizden çatır çatır alınan vergilerle kurtarmaya giriştiği bankalar arasındaymış.
Eski Cumhuriyet yazarlarından Yalçın Bayer’in geçen gün Hürriyet’teki yazısı bu konuya ayrılmış; Bayer yazısında Mustafa Karasarlıoğlu’nun çarpıcı mektubuna yer vermişti: döndürülen dolaplar, vergilerimizle alınmış değerli yapıtların haraç mezat kapışılması anlatılıyordu.
Derken, bir avuç iyi niyetli insan, söz konusu bankada ya da benzerlerinde biriktirilmiş yapıtların böyle çarçur edilmemesi; toplanıp yıllardır acı acı eksikliğini çektiğimiz Çağdaş Sanat Müzesi’nin çekirdeğini oluşturmakta kullanılması için girişimde bulunmuş.
Doğrusu ben bu konularda sevgili Erol Manisala’nın bulunduğu noktadayım artık: karaya kara, mora mor demenin zamanı geldi; çok ince ayrıntılarına dek hesaplanmış dış kaynaklı bir izlence, Kurtuluş Savaşı’ndan önce becerilememiş olanı gerçekleştirmeye çalışıyor.
Bu koşullarda, hangi parasal-siyasal erk’ten isteyeceğiz talanın, soygunun durdurulmasın? Çarçur edilen kaynakların, o arada sanat yapıtlarının gerektiği gibi değerlendirilmesini? İMF, Dünya Bankası ve yerli uşakları bu isteklerimizi yerine getirir mi, getirebilir mi?
Gelin küçük bir kavram arıtması yapalım:
Şu ünlü “bireysel ya da kamusal vicdan” kavramının Fransızcası “conscience”tır, yâni “ortak-bilim”; Türkçe’nin tadına doyulmaz güzelliğiyle, “bilim”den, “bilinç” doğar. Zaten bilgi, bilim olmadan bilinç olamaz. Öte yandan bilinç-vicdan diye bir ayrım da olamaz, yalnız bilinç vardır.
Öyleyse, bilinçleri aydınlatmanın tam sırasıdır.
Manisalı gibi halkının okuyup aydınlamasına ayırdığı parayı hak etmiş tutarlı, bilinçli kişiler, yapmamız gerekeni her konuşmada, her yazıda yineliyorlar: yeni bir silkiniş, yeni bir Kurtuluş Savaşı.
Sağda solda, ayrıntılarda oyalanmaya vakit kalmadı: asıl sorunu görüp yanılsamasız tanı koyamazsak, bırakın sanatı, göz göre göre canımızı bile alacaklar.
Canımızı kurtarabilirsek, bu yurdun yer altı-yerüstü kaynakları, tasarlanan-tasarlanmaya bütün güzellikleri gerçekleştirmeye, bütün müzeleri açıp donatmaya yeter.

Cumhuriyet, 16 Ocak 2002.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder