8 Ocak 2013 Salı

“LEYLÂ GAMSIZ

“LEYL  GAMSIZ

Dışarıdan verilen buyruklarla, Atatürk’ün temelini attığı eğitim dizgesinin DP eliyle çökertilmesinden önce, 1952-55 arısında, Haydarpaşa’da okudum liseyi.
Öğretmenlerim arasında sıra dışı insanlar vardı: Orhan Veli’nin can yoldaşı Nahit Hanım yazın dersimize gelirdi; resim dersindeyse, bir yıl Hulusi Sarptürk, bir yıl da Mehmet Pesen’le diz dizeydik.
Hele diri’nin bilimini, dirimbili okutan, her gün iki dirhem bir çekirdek giyinen, tertemiz yüzlü, kırlı saçlı, hafif kambur , bilge Halit Âvan’ı hiç unutamam; dersi bize tam bir işlevbilim gibi öğretirdi: önümüze, çorbasından tatlısına dek bir tepsi yemek koyar, hadi bunları yiyip sindirmeye başlayın, derdi. Daha önce hangi salgının, hangi örgende, hangi besini özümsetmeye yaradığını öğrettiğinden, bu soru artık ders olmaktan çıkar, yaşam, evren bilgisine dönüşürdü. Değerini şimdi çok daha iyi anlıyorum.
Hulusi Bey, şimdi ayrıntısını unuttuğum bir düzenlemeyle bir küme öğrencisini Beyoğlu’ndaki evine götürdü; Leylâ Hanım’ı ilk kez o gün gördüm: dal gibi, güzel mi güzel bir kadın. Doğrusu, onun de ressam olduğunu algıladığını anımsamıyorum.
Bu iş daha sonra, kendi başıma sergileri gezmeye, resimle sanatıyla ilgili yazıları okumaya başladığım zaman olabildi.
İlk sergisini ne zaman, nerede gördüğümü de unuttum; ama ayrımına vararak izlediğim günden beri renkleri, biçimleri kullanışındaki, birbirine yedirmesindeki ustalığa vurgunum. Sevdiğim öbür sanat dallarındaki ustalar, müzikçiler, ozanlar, yazarlar, bale tasarımcıları gibi, Leylâ Hanım’ın yapıtlarındaki her şey kendiliğindendir, kurmaca kokmaz.
Ayrıca, gönülden vurulduğum benzer yaratıcılar gibi, özüyle sözü, resmiyle günlük yaşamındaki davranışları kusursuz uyum içindedir; resmi de, giyimi kuşamı da, konuşması da süssüzdür, özentisizdir, ama özenli ve yalındır.
Yılbaşından önce kocaman bir paket geldi Antik Galerisi’den; açıp baktık, Galeri’nin sahibi Tevfik İhtiyar’ın bastırdığı Leylâ Gamsız.
Tevfit İhtiyar’ı kimya mühendisliği öğrencisi olarak tanımıştım; meğer o da sanata tutunmuş; bu tutkusunu sonra uğraşa dönüştürdü. Ve sevdasından, sanattan kazandıklarının bir bölümünü yürekten sevdiği Leylâ Gamsız’a ayırmış.
Kitabı edinirseniz göreceksiniz, 1940’larda başlayan resim serüveninde, Bedri Rahmi, Fernand Léger, André Loth gibi ustaların kılavuzluğu, Leylâ Hanım’ın doğuştan getirdiği yeteneğin açılıp çiçeklenmesini kolaylaştırmış.
Daha ilk yıllarda yaptığı karakalem çalışmalar, ilk resimler bile insana sevinç çığlıkları attıracak kadar yetkin.
Bu güzel kitabın metnini Abdülkadir Günyaz hazırlamış.
Kitabın 341. sayfasında bir fotoğraf var; o dönemdeki fotoğrafların çoğu gibi, Fatma Ekeman çekmiş: sevgili Sunan Gönen’in yönettiği Edpa Sanat Galerisi’nde, Sunacığımın bir şölen gibi sunduğu tekil ya da karma sergilerin yaratıcılarını bir arada gösteriyor. O güzelim topluluktan şimdi artık Selim Turan, Burhan Uygur, Salih Acar, Salih Zeki, Fikret Kolverdi, Cihat Burak aramızda değil.
338. sayfadaysa Gamsızları yan yana gösteren bir görüntü: Rumen asıllı Selma ile sanırım Güneydoğulu Dr. Safi’nin yanında, annesinden aldığı yüz, babasından gelen göz güzelliğiyle gülümseyen Leylâ.
Kitabın son sayfalarında, çıplak kadın resimlerini görüyoruz.
Leylâ Gamsız bunları sergilemeye başladığı zaman kopartılan küçük fırtınaları anımsıyorum. Oysa, bunlardan daha şiirsel çıplak kadın resmi görmemiştim.
Leylâ Gamsız’ı, böylesine uzun ir yaşamı böylesine dolu, verimli, sanatseverleri havalara uçurarak geçirebildiği için; Tevfik İhtiyar’ı da, Leylâ Hanım’a ve bize böyle bir kitap armağan ettiği için ayakta alkışlıyorum.
Cumhuriyet, 23 Ocak 2002.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder