“LEYLÂ GAMSIZ
Dışarıdan verilen buyruklarla, Atatürk’ün temelini attığı eğitim dizgesinin
DP eliyle çökertilmesinden önce, 1952-55 arısında, Haydarpaşa’da okudum
liseyi.
Öğretmenlerim arasında sıra dışı insanlar vardı: Orhan Veli’nin can yoldaşı
Nahit Hanım yazın dersimize gelirdi; resim dersindeyse, bir yıl Hulusi Sarptürk,
bir yıl da Mehmet Pesen’le diz dizeydik.
Hele diri’nin bilimini, dirimbili okutan, her gün iki dirhem bir çekirdek
giyinen, tertemiz yüzlü, kırlı saçlı, hafif kambur , bilge Halit Âvan’ı hiç
unutamam; dersi bize tam bir işlevbilim gibi öğretirdi: önümüze, çorbasından
tatlısına dek bir tepsi yemek koyar, hadi bunları yiyip sindirmeye başlayın,
derdi. Daha önce hangi salgının, hangi örgende, hangi besini özümsetmeye
yaradığını öğrettiğinden, bu soru artık ders olmaktan çıkar, yaşam, evren
bilgisine dönüşürdü. Değerini şimdi çok daha iyi anlıyorum.
Hulusi Bey, şimdi ayrıntısını unuttuğum bir düzenlemeyle bir küme öğrencisini
Beyoğlu’ndaki evine götürdü; Leylâ Hanım’ı ilk kez o gün gördüm: dal gibi, güzel
mi güzel bir kadın. Doğrusu, onun de ressam olduğunu algıladığını
anımsamıyorum.
Bu iş daha sonra, kendi başıma sergileri gezmeye, resimle sanatıyla ilgili
yazıları okumaya başladığım zaman olabildi.
İlk sergisini ne zaman, nerede gördüğümü de unuttum; ama ayrımına vararak
izlediğim günden beri renkleri, biçimleri kullanışındaki, birbirine
yedirmesindeki ustalığa vurgunum. Sevdiğim öbür sanat dallarındaki ustalar,
müzikçiler, ozanlar, yazarlar, bale tasarımcıları gibi, Leylâ Hanım’ın
yapıtlarındaki her şey kendiliğindendir, kurmaca kokmaz.
Ayrıca, gönülden vurulduğum benzer yaratıcılar gibi, özüyle sözü, resmiyle
günlük yaşamındaki davranışları kusursuz uyum içindedir; resmi de, giyimi kuşamı
da, konuşması da süssüzdür, özentisizdir, ama özenli ve yalındır.
Yılbaşından önce kocaman bir paket geldi Antik Galerisi’den; açıp baktık,
Galeri’nin sahibi Tevfik İhtiyar’ın bastırdığı Leylâ Gamsız.
Tevfit İhtiyar’ı kimya mühendisliği öğrencisi olarak tanımıştım; meğer o da
sanata tutunmuş; bu tutkusunu sonra uğraşa dönüştürdü. Ve sevdasından, sanattan
kazandıklarının bir bölümünü yürekten sevdiği Leylâ Gamsız’a ayırmış.
Kitabı edinirseniz göreceksiniz, 1940’larda başlayan resim serüveninde, Bedri
Rahmi, Fernand Léger, André Loth gibi ustaların kılavuzluğu, Leylâ Hanım’ın
doğuştan getirdiği yeteneğin açılıp çiçeklenmesini kolaylaştırmış.
Daha ilk yıllarda yaptığı karakalem çalışmalar, ilk resimler bile insana
sevinç çığlıkları attıracak kadar yetkin.
Bu güzel kitabın metnini Abdülkadir Günyaz hazırlamış.
Kitabın 341. sayfasında bir fotoğraf var; o dönemdeki fotoğrafların çoğu
gibi, Fatma Ekeman çekmiş: sevgili Sunan Gönen’in yönettiği Edpa Sanat
Galerisi’nde, Sunacığımın bir şölen gibi sunduğu tekil ya da karma sergilerin
yaratıcılarını bir arada gösteriyor. O güzelim topluluktan şimdi artık Selim
Turan, Burhan Uygur, Salih Acar, Salih Zeki, Fikret Kolverdi, Cihat Burak
aramızda değil.
338. sayfadaysa Gamsızları yan yana gösteren bir görüntü: Rumen asıllı Selma
ile sanırım Güneydoğulu Dr. Safi’nin yanında, annesinden aldığı yüz, babasından
gelen göz güzelliğiyle gülümseyen Leylâ.
Kitabın son sayfalarında, çıplak kadın resimlerini görüyoruz.
Leylâ Gamsız bunları sergilemeye başladığı zaman kopartılan küçük fırtınaları
anımsıyorum. Oysa, bunlardan daha şiirsel çıplak kadın resmi görmemiştim.
Leylâ Gamsız’ı, böylesine uzun ir yaşamı böylesine dolu, verimli,
sanatseverleri havalara uçurarak geçirebildiği için; Tevfik İhtiyar’ı da, Leylâ
Hanım’a ve bize böyle bir kitap armağan ettiği için ayakta alkışlıyorum.
Cumhuriyet, 23 Ocak 2002.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder