8 Ocak 2013 Salı

SAİT MADEN

SAİT MADEN


Daha birçok sözünün yanında, Exupéry’nin şu özdeyişine bayılırım:
“Özlediğin insanı kendinde oluşturmaya başla.”
Yaşarken, büyük bir talih sonucu, bunu gerçekleştirmiş insanlar tanıdım, dost oldum: Sait Maden onlardan biridir.
1964 yılında, Memet Fuat’ın benden Satre’ın Baudelaire’ini istemesiyle başladı yoldaşlığımız, kitaptaki şiirleri Sait çevirdi, kapağını tasarladı. Yan yanalık Gide’in Dostoyevski’sinde, Sartre’ın Sözcükler’inde, Edebiyat Nedir’inde, Yabancının Açıklanması’nda sürdü.
Daha sonra, yakın dostumuz Halil İbrahim Bahar’ın kesesinden çıkarılan Soyut dergisinin mutfağı, Sait’in “beton otlaklar” içindeki odasıydı.
Bütün bu ilişkiler boyunca Sait’in, Exupéry’nin öğüdünü en kusursuz, hem de alçakgönüllüce yerine getirdiğine tanık oldum: giyimi, saçı başı, davranışları, elini kolunu sesini kullanma biçimi gerçekten aksoylu’ydu. Özü sözü birdi, bir tutarlılık anıt gibiydi. Babası, olasılık-gereklilik sonucu Maden soyadını alırken en doğru seçimi yapmış doğrusu: Sait, özündeki “maden”i kusursuz biçimde çıkarıp işledi ömrü boyunca.
Baudelaire’en Lorca’ya, Nerudak’dan Aragon’a, Octavia Paz’dan Mayakovski’ye, Cendrars’tan adı sanı duyulmamış ozanlara dek, bir kucak seçkin yaratıcının türkülerini Türkçe söyledi yıllardır, sabırla. Bu iğne oyası bugün de sürüyor.
Son küreselleştirme-sömürgeleştirme bunalımı patlak verene dek, yılların verdiği birikimle, deneyimle hem kendi şiirlerini, hem çevirdiklerini gönlüne göre tasarlayıp dizdirip bastırabilme aşamasına geçti; birkaç yıl önce TÜYAP Kitap Şenliği’de, “Çekirdek Yayınlar”ın ufacık bölmesini gördüğümde gerçek bir sevinç yaşamıştım; tam da “İyi Şeyler Yayıncılık”ın karşısındaydı ve Sait’in kitapları herkesi kıskandıracak düzeydeydi.
Exupéry’nin güzelim öğüdü doğrultusunda, bütün sanat dallarının sonunda bizi asıl sanata, yaşama sanatı’na hazırlaması gerektiğine inanırım.
Sait Maden, işte bu sanatın canlı örneklerinden biridir: yıllardır, her daldan sanatçı ve yazarın tersine, kimse meyhanelerde görmemiştir onu. Kitapların adadığı “Üç Can”la, eşi, kızı ve oğluyla kucak kucağa, yazacağı ya da çevireceği şiirlere yatırmıştır dirimsel enerjisini.
Cumhuriyet, çok yerinde bir seçimle, “Ayın Şiiri”ni seçmeyi Arif Damar ustaya bırakmış; Adam Sanat’ın Ekim sayısında okuduğum Şiirin Dip Suları’nın bu ayki seçimi haklı olarak kazandığını görünce, hem Sait, hem inandığım ilkeler adına yürekten sevindim. Demek ki alçakgönüllülük, tutarlılık, soyluluk, geç de olsa, günün birinde değerlendiriliyordu.
Bu yılki Kitap Şenliği’nde, bir ömrün bilgeliğini kucaklamak üzere, onlara ayrılan bölüme uğradığımda, her zamanki çelebiliğiyle şiirlerini armağan etti bana; tutarlılık anıtı dedik ya, kitapların hiçbirinde yaşamöyküsü ya da fotoğrafı yok: yapıtın kendisi yetiyor.
Kendinize armağan vermek istiyorsanız, Adam Sanat’ı ya da Cumhuriyet’i bulup bir kez daha okuyun o süzme balı.
Ben yalnız sonunu anımsatacağım:

Evet, şimdi sivri, sert
taşlara sürtünerek gideceksin. Mağara
gibi bir yer orası. Bir uğultu var, evet,
ateşböcekleri var, gözler var, ara ara.

yanıp sönen…Güç adım atıyoruz yapışkan
çamura bata çıka…Ansızın ilerde kan
rengi yapraklarıyla yükselen bir ağaç, ve,
üzerinde bir yığın insan yüzü, tek meyve…
Korkma, yolun sonuna az kaldı. Şu burgacı
aşınca kurtuluruz.
- Neydi bu sözcük?
- Acı!

Evet, ozanın derinden duyduğu “acı”ya yakılmış en güzel ağıt!

Cumhuriyet, 7 Kasım 2001.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder