SAİT MADEN
Daha birçok sözünün yanında, Exupéry’nin şu özdeyişine bayılırım:
“Özlediğin insanı kendinde oluşturmaya başla.”
Yaşarken, büyük bir talih sonucu, bunu gerçekleştirmiş insanlar tanıdım, dost
oldum: Sait Maden onlardan biridir.
1964 yılında, Memet Fuat’ın benden Satre’ın Baudelaire’ini istemesiyle
başladı yoldaşlığımız, kitaptaki şiirleri Sait çevirdi, kapağını tasarladı. Yan
yanalık Gide’in Dostoyevski’sinde, Sartre’ın Sözcükler’inde, Edebiyat
Nedir’inde, Yabancının Açıklanması’nda sürdü.
Daha sonra, yakın dostumuz Halil İbrahim Bahar’ın kesesinden çıkarılan Soyut
dergisinin mutfağı, Sait’in “beton otlaklar” içindeki odasıydı.
Bütün bu ilişkiler boyunca Sait’in, Exupéry’nin öğüdünü en kusursuz, hem de
alçakgönüllüce yerine getirdiğine tanık oldum: giyimi, saçı başı, davranışları,
elini kolunu sesini kullanma biçimi gerçekten aksoylu’ydu. Özü sözü birdi, bir
tutarlılık anıt gibiydi. Babası, olasılık-gereklilik sonucu Maden soyadını
alırken en doğru seçimi yapmış doğrusu: Sait, özündeki “maden”i kusursuz biçimde
çıkarıp işledi ömrü boyunca.
Baudelaire’en Lorca’ya, Nerudak’dan Aragon’a, Octavia Paz’dan Mayakovski’ye,
Cendrars’tan adı sanı duyulmamış ozanlara dek, bir kucak seçkin yaratıcının
türkülerini Türkçe söyledi yıllardır, sabırla. Bu iğne oyası bugün de
sürüyor.
Son küreselleştirme-sömürgeleştirme bunalımı patlak verene dek, yılların
verdiği birikimle, deneyimle hem kendi şiirlerini, hem çevirdiklerini gönlüne
göre tasarlayıp dizdirip bastırabilme aşamasına geçti; birkaç yıl önce TÜYAP
Kitap Şenliği’de, “Çekirdek Yayınlar”ın ufacık bölmesini gördüğümde gerçek bir
sevinç yaşamıştım; tam da “İyi Şeyler Yayıncılık”ın karşısındaydı ve Sait’in
kitapları herkesi kıskandıracak düzeydeydi.
Exupéry’nin güzelim öğüdü doğrultusunda, bütün sanat dallarının sonunda bizi
asıl sanata, yaşama sanatı’na hazırlaması gerektiğine inanırım.
Sait Maden, işte bu sanatın canlı örneklerinden biridir: yıllardır, her
daldan sanatçı ve yazarın tersine, kimse meyhanelerde görmemiştir onu.
Kitapların adadığı “Üç Can”la, eşi, kızı ve oğluyla kucak kucağa, yazacağı ya da
çevireceği şiirlere yatırmıştır dirimsel enerjisini.
Cumhuriyet, çok yerinde bir seçimle, “Ayın Şiiri”ni seçmeyi Arif Damar ustaya
bırakmış; Adam Sanat’ın Ekim sayısında okuduğum Şiirin Dip Suları’nın bu ayki
seçimi haklı olarak kazandığını görünce, hem Sait, hem inandığım ilkeler adına
yürekten sevindim. Demek ki alçakgönüllülük, tutarlılık, soyluluk, geç de olsa,
günün birinde değerlendiriliyordu.
Bu yılki Kitap Şenliği’nde, bir ömrün bilgeliğini kucaklamak üzere, onlara
ayrılan bölüme uğradığımda, her zamanki çelebiliğiyle şiirlerini armağan etti
bana; tutarlılık anıtı dedik ya, kitapların hiçbirinde yaşamöyküsü ya da
fotoğrafı yok: yapıtın kendisi yetiyor.
Kendinize armağan vermek istiyorsanız, Adam Sanat’ı ya da Cumhuriyet’i bulup
bir kez daha okuyun o süzme balı.
Ben yalnız sonunu anımsatacağım:
…
Evet, şimdi sivri, sert
taşlara sürtünerek gideceksin. Mağara
gibi bir yer orası. Bir uğultu var, evet,
ateşböcekleri var, gözler var, ara ara.
yanıp sönen…Güç adım atıyoruz yapışkan
çamura bata çıka…Ansızın ilerde kan
rengi yapraklarıyla yükselen bir ağaç, ve,
üzerinde bir yığın insan yüzü, tek meyve…
Korkma, yolun sonuna az kaldı. Şu burgacı
aşınca kurtuluruz.
- Neydi bu sözcük?
- Acı!
Evet, ozanın derinden duyduğu “acı”ya yakılmış en güzel ağıt!
Cumhuriyet, 7 Kasım 2001.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder