OKTAY SİNANOĞLU
Mürşit Balabanlılar’ın yönettiği İş Bankası Ekin Yayınları,Emine Çaykara’nın
hazırladığı bir kitabı bastı:Türk Aynştayn’ı Oktay Sinanoğlu.
Sinanoğlu,sözün en gerçek,en dolu anlamında bir Atatürk çocuğu: Mustafa Kemâl
gibi Rumelili,Kavalalı;Nüzhet Haşim Sinanoğlu ile en eski Anadolu ailelerinden
birinin kızı Rüveyde’nin çocukları.Ana da baba da okur
yazar,yetenekli,ilerici.
Atatürk,Mussolini’nin çevireceği dolapları öğrenmek üzere,Nüzhet Haşim'i
Bari’ye başkonsolos olarak gönderiyor;Oktay orada doğuyor,25 Şubat 1935’te.
Doğal olarak önce İtalyanca,sonra Fransızca öğreniyor;2.Dünya Savaşı çıkınca
yurda dönüyorlar ve l941’de Nüzhet Bey ölüyor;yetişmesi,bundan sonra,annesine
kalıyor.
Mustafa Kemâl,yazgısında,bir kez daha dolaysız
boygösteriyor:ortaöğrenimini,Atatürk’ün 1928’de kurduğu Türk Eğitim Derneği’nin
Yenişehir Lisesi’nde tamamlıyor.1956’da,Berkeley Üniversitesi Kimya Mühendisliği
Bölümü’nü birincilikle bitiriyor.Ardından,8 ayda ünlü Amerikan Üniversitesi
MİT’i tamamlayıp Yüksek Kimya Mühendisi oluyor.1960’da,Yale Üniversitesi’ne
“Yardımcı Öğretim Üyesi” olarak atanıyor.1962’de,26 yaşında,tam yetkili öğretim
üyesi oluyor.Amerika’da ilk ödülünü alıyor.1964’te,ODTÜ’ne danışman profesör
oluyor;eğitimin Türkçe yapılması gerektiğini anlatıp yazmaya başlıyor.
1966’da,TÜBİTAK’ın ilk bilim ödülünü alıyor.
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde,aralıklarla,Yaz Okulları,bilimsel toplantılar
düzenliyor;bu yöndeki çalışması aralıksız sürüyor.
Yalvaçların en çapkınına yakıştırılan ünlü sözü bilirsiniz:Hiç bilenle
bilmeyen bir olur mu?
Oktay Sinanoglu,yöredaşı Mustafa Kemâl gibi,evreni oluşturan temel
yasaları,bunları inceleyen matematik,doğabilim,dirimbilim,kimya ve benzeri
anabilim dallarını derinlemesine bildiği için,yukarıda belirttiğim gibi, işin
özünü daha 1964’te kavramış: bir insan topluluğunun kişilikli,bağımsız bir ulus
oluşturabilmesi için,bilimi,sanatı,siyaseti anlatabileceği bir dilinin olması
gerekir;sömürgeleştirme,köleleştirme,bugünkü gibi,önce DİL’in yozlaştırılıp
yokedilmesiyle başlar.
Bu yüzden,Türk Dil Kurumu’nu kurup bize dilimize,dolayısıyla benliğimize
kavuşturan Atatürk’ün ardından giden Sinanoğlu da bu evrensel mantığın
gerektirdiğine dört elle sarılmış;Türkçe’mizin bilim-sanat-siyaset dili
olabilmesi için sözlükler hazırlamış,konuşmalar yapmış,yazılar yazmış,
yazıyor;bu alanda bıkıp usanmadan savaşıyor.
Andığım kitapta,düşünsel-dilsel serüveninin bütün ayrıntılarını
bulabilirsiniz.
Bugün başımıza örülen çorapları,yurdumuzu bekleyen tehlikeyi en görenlerden
biri olduğu için,tam bir bilim-gönüladamı dürüstlüğüyle hiç sözünü
esirgemiyor.Küçük bir örnek vereyim:
“Eskiden,Sağlığı Koruma Kurumu’nda,çocuk yaşta bir araştırmaya tanık
olmuştum;kan alınacağı zaman,atın burnuna kocaman bir mandal geçiriliyordu.Sonra
doktor,boynuna kocaman bir iğne daldırıp kan alıyordu.Zavallı atın olup bitenden
haberi yok;burnu çok duyarlı olduğu için,aklı fikri burnunda;kadınının
alındığının farkına varmıyor.İşte durum bu.”
Küresel sömürü bundan daha iyi anlatılabilir mi?
Kendi kendine saz çalmayı öğrenen,Karacoğlan,Yunus Emre,Pîr Sultan Abdal ve
Āşık Veysel’den türküler söyleyen;açıkdenizlerde yelkenliyle dolaşan;hem
Doğu,hem Batı uygarlığını gönül gözüyle tanıyıp yaşamına katmaya çalışan Oktay
Sinanoğlu’nun yaşamöyküsü,Sevil’le benim gibi, sizi de sözün gerçek anlamında
varsıllaştırabilir,havalara uçurabilir;ardından,acı da olsa,daha bilinçli birer
Anadolu Türk’ü,aynı zamanda katıksız dünya yurttaşı olarak yeryüzüne
indirebilir.
Bu konuyu,bu sıradışı insanı seçip söyleşen,sonra kâgıda döken Emine
Çaykara’yı da,kitabı basan Mürşit Balabanlılar’ı da yürekten alkışlıyorum.
Cumhuriyet,21.11.2001
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder