OSCAR WİLDE
Reich’tan sonra bana en çok şey öğreten insan,tümelbilimci Henri
Laborit,ölümünden kısa bir süre önce Kanada televizyonunun kendisiyle yaptığı
söyleşide:Biz,başkalarıyız,demiş;başka bir anlatımla, ben sandığımız birikim,hem
geçmiş yüzyıllarda yaşamış,hem şu an uzak ya da yakın çevremizde yaşayan
insanların,sanırım daha biz doğmadan,beynimize ve sinir dizgemize doldurdukları
denetimdışı davranışların,değer yargılarının toplamından başka bir şey
değil.
Dostum Ahmet Cemal, 70’li yıllarda,Avusturya Kültür Ofisi’nde
çalışırken,merkezin başkanı Sayın Kasper’den aldığı yetkiyle,çeşitli ekinsel
etkinlikler düzenler;zaman zaman,çeviri konusunda söyleşmek üzere zaman zaman
birkaçımızı toplar,arasıra da tek başıma beni çağırırdı.
Bu söyleşilerden birinde,Reich’ın dünya görüşünü anlattıktan
sonra,dinleyenlerden biri,Usta’nın eşcinselliğe nasıl baktığını sormuştu;çok sığ
bir yanıt verdiğimi anımsıyorum.
Çünkü o yıllarda henüz François Jacob ya da Henri Laborit gibi,dirimbilimden
yola çıkıp tümel evren açıklamasına ulaşmış düşünür-bilginleri
tanımıyordum;dolayısıyla kökenimizi deniz yosununa değilse bile,daha kolay
kavrayabildiğimiz amibe bağlayan bilgilerden yoksundum.
Ama şimdi eksiksiz biliyorum bunu;o yüzden,Reich’ın canımızı oturttuğu üç
temel direkten biri olan sevme-sevişme işlevinin tek bir
kaynağa,acunsal-dirimsel enerjiye dayandığını;örgensel boşalmada bu enerjinin
kullanıldığını;sözkonusu boşalmanın asal ereğinin canlı varlığın sürdürülmesi
olduğunu;işlevin yerine getirilmesine eşlik eden hazzın,aynı ya da karşı cinsle
sarılışmada aynı biçimde tadıldığını,çok geç kalmadan öğrendim.
Fransız sanat kanalı Arte,geçen akşam,Brian Gilbert’ın Oscar Wilde adlı
belgeselini gösterdi;Stephen Fry’ın inanılmaz bir ustalıkla canlandırdığı
Wilde,bildiğiniz gibi,gerçek bir üstünyetenek;üstelik kendisi seçmemiş olsa da,
bir “seçkin”,Lord.
Üstünyeteneğini bütün yazınsal türlerde bol bol dile getiriyor,yaşadığı
çevrenin gözdesi,alkışlanıyor,sevgiyle ödüllendiriliyor;arada evleniyor,iki
çocuğu oluyor.
Ama,onun gözü genç oğlanlarda;üstelik bu eğilimini,bu seviyi son derece soylu
yaşamaya çalışıyor –en azından filmde öyle gösteriliyordu;asında da öyle olduğu
sezgisi var içimde.
Bu ilişkiyi,beylik terimle,”ayaktakımıyla” değil,kendisi gibi “seçkinler”le
kuruyor;Reich’ın bütün yapıtlarını okumuş olmanıza gerek yok aslında,halkımızın
şu türküsüne kulak verirseniz,olacakları kestirebilirsiniz:
“Bir can bir canı sevse/Köyü bir sancı tutar.”
Sarıldığı oğlanlardan birinin babası;bütün öbür soylular gibi nasıl Lord
olduğu bilinmeyen,eşinin dışındaki bütün dişilere rahatça el atan,asıl
suratlı,atlı uşaklı varsıl biri,bu ilişkiyi onur sorunu yapıyor-şimdiki ataerkil
düzenin bütün erkeklerinin namusu kendi kafalarında değil,kadınların apış
aralarında arayıp buluşları gibi.
Wilde’ın,kendisi gibi aksoylu beylerin oluşturduğu yargıcılar kurulu önünde
söylediklerini 21.Yüzyıl’da insan kardeşlerimizle paylaşabilecek miyiz
acaba?Dünya televizyon ve gazeteleri,bilmem hangi göbekçi hanımın poposuyla,her
gece bağrımıza bastığımız,zampara geçinen,ama artık çaptan düşmeye başlayan
türkücünün pipisini bırakıp:sevinin tek olduğunu;insanlar arasında,cinsleri ne
olursa olsun, başlık parası’yla,sanal bir ün karşılığında, ya da daha bayağı bir
yoldan,”sırf sevişmek üzere” alınıp satılmaması gerektiğini anlatacak mı acaba
günün birinde?
Doğrusu,Reich’ın dediği gibi sevi-çalışma-bilgi’ye dayanması gereken
yaşamımız,eldeki bütün iletişim araçlarıyla,onlar yetmediği zaman silahla paraya
tapmaya zorlandığına göre,pek umut yok gibi;ancak,evrenin ömrü milyarlarca
yıllık;ataerkil sömürüyse,on bin yıllık.
Dolayısıyla,kuşkusuz büyük acılardan,görülmemiş insan ve doğa kıyımlarından
sonra,son kişi can verene dek,usumuzu başımıza toplama olasılığı var.
Amip anadan geldiğimizi,hepimizde dişilik ve erkeklik özelliklerinin iç
içe,yan yana bulunduğunu;kıl payıyla birinden öbürüne geçildiğini bana böylesine
soylu bir şiirle anımsatan Brian Gilbert’a gönül dolusu teşekkür.
Cumhuriyet,10.10.2001
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder