ORHAN PEKER
Tanıdığım en coşkulu insanlardan biri Mustafa Pilevneli’dir; üstelik coşkusu
ırk, din, uğraş ayrımı tanımaz: Burhan Uygur’dan, Cihat Burak’a, Orhan Peker’e,
kendi dışındaki bütün ustaları aynı içtenlikle kucaklar, hem de ömür boyu.
Orhan Peker’in MR’taki sıra dışı sergisinde buluştuğumuzda aynı temiz,
diriltici coşkuyla hemen boynuma sarıldı, başladı Aliye Berger’in resminin
öyküsüne. Günün birinde Orhan haber vermiş, şu gün, şu saatte gidip Aliye’nin
resmini yapacağım, sen de gel. İyi de, Mustafa o sırada asker, nasıl çıkıp
gelecek? Bu onun sorunu. Sonunda bir yolunu bulup gelmiş, buluşmuşlar, kasaptan
kocaman kalın sarı bir sargı kâğıdı almışlar, varmışlar Aliye Hanım’ın yanına ve
tam 45 dakikada o hayranlık verici resim doğmuş.
Sergiyi gezerken de, Mustafa’nın armağan ettiği kitabı incelerken de, aynı
coşkuyu Orhan’da, yapıtlarında gördüm açıkça. Aliye Hanım’la ya da başka bir
insanla arasında böyle yoğun bir alışverişin doğması elbette olağan, ama bir
karpuz dilimiyle, bir iskemleyle, bir horoz ya da atla, atın başıyla, başlığıyla
arasında aynı sevda yaşanmış.
Ruhi Su’nun türkü söyleşini anlatırken kullandığı bir tanım vardı: Bu benim
için bir âşk halidir, derdi.
Aynı şey Orhan için de, bütün gerçek yaratıcılar için de geçerli. Atları,
üstlerindeki örtüyü, başlarındaki başlıkları, onlardaki süsleri, renklerini
tutkuyla sevmiş. Ve bu tutku tam bir renk cümbüşü hâlinde gereçlere yansımış,
kullanılan ister bez, ister kâğıt, isterse yazıl çizili bir gazete olsun, sonuç
değişmemiş; coşku, olanca coşturuculuğuyla yapıta yansımış.
Aslında her şey yaşamın kendisindeki doğrudan insan sevisindeki gibidir.
Eksiksiz çakışma kimi zaman gerçekleşir, kimi zaman gerçekleşmez.
Biz bunun canlı örneğine tanık olduk bir keresinde: Ruhi Su ile Orhan’ın
Ayvalık’taki evine gittik, oturup resmini yaptı, ancak kaynaşıp erime, coşkuları
kucaklaştırma tasarlanan gibi olmadı, Aliye Berger’deki gibi eksiksiz bir
geçişim çıkmadı ortaya.
Ama, daha önce belirttiğim gibi, sergide ve kitapta bu geçişimin eksiksiz
yaşandığı örnekler sizi bekliyor; hemen koşup sergiyi gezin, kitabı edinin.
Kumsal iskelesinde kucağında kediyle oturan çocuğun, bir yumurtanın yanında
duran kırmızı başlı tuzluğun, kırmızı iskemlenin, kırmızı evin, kıpkırmızı
karpuz dilimlerinin, atların başlıklarındaki bin bir rengin hazzını tadın.
Gerçek yaratıcıyla öğrendiklerini ıkına sıkına yinelemeye çabalayanı ayıranı
herkes bilir: birincide dünyayla iletişim kendiliğindendir, zorlamasız,
kesintisiz akıp gider. Şiir, beste, resim, dans, karşılıklı etkileşim içinde,
güneşin doğuşu, tomurcuğun açışı gibi usulca oluverir.
Orhan’ın resimleri, Ruhi Su’nun türküleri, Béjart’ın baleleri gibi, insanda
bu tadı, bu doyumu yaratıyor.
Sergide başka bir ustanın, Ara Güler’in Orhan Peker’e duyduğu sevginin
görüntüleri de var; bunlar kitaba da alınmış, yaşamöyküsünün her yanına
serpiştirilmiş.
Böylece, Aliye Berger’in resmindeki gibi, iki yeteneğin kucaklaşmasıyla
benzersiz tatlar oluşmuş.
Evet, sergiye koşarak, kitabı alarak öyle sık rastlanmayan bir armağan verin
kendinize.
Cumhuriyet, 20.02.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder