8 Ocak 2013 Salı

ORHAN PEKER

ORHAN PEKER


Tanıdığım en coşkulu insanlardan biri Mustafa Pilevneli’dir; üstelik coşkusu ırk, din, uğraş ayrımı tanımaz: Burhan Uygur’dan, Cihat Burak’a, Orhan Peker’e, kendi dışındaki bütün ustaları aynı içtenlikle kucaklar, hem de ömür boyu.
Orhan Peker’in MR’taki sıra dışı sergisinde buluştuğumuzda aynı temiz, diriltici coşkuyla hemen boynuma sarıldı, başladı Aliye Berger’in resminin öyküsüne. Günün birinde Orhan haber vermiş, şu gün, şu saatte gidip Aliye’nin resmini yapacağım, sen de gel. İyi de, Mustafa o sırada asker, nasıl çıkıp gelecek? Bu onun sorunu. Sonunda bir yolunu bulup gelmiş, buluşmuşlar, kasaptan kocaman kalın sarı bir sargı kâğıdı almışlar, varmışlar Aliye Hanım’ın yanına ve tam 45 dakikada o hayranlık verici resim doğmuş.
Sergiyi gezerken de, Mustafa’nın armağan ettiği kitabı incelerken de, aynı coşkuyu Orhan’da, yapıtlarında gördüm açıkça. Aliye Hanım’la ya da başka bir insanla arasında böyle yoğun bir alışverişin doğması elbette olağan, ama bir karpuz dilimiyle, bir iskemleyle, bir horoz ya da atla, atın başıyla, başlığıyla arasında aynı sevda yaşanmış.
Ruhi Su’nun türkü söyleşini anlatırken kullandığı bir tanım vardı: Bu benim için bir âşk halidir, derdi.
Aynı şey Orhan için de, bütün gerçek yaratıcılar için de geçerli. Atları, üstlerindeki örtüyü, başlarındaki başlıkları, onlardaki süsleri, renklerini tutkuyla sevmiş. Ve bu tutku tam bir renk cümbüşü hâlinde gereçlere yansımış, kullanılan ister bez, ister kâğıt, isterse yazıl çizili bir gazete olsun, sonuç değişmemiş; coşku, olanca coşturuculuğuyla yapıta yansımış.
Aslında her şey yaşamın kendisindeki doğrudan insan sevisindeki gibidir. Eksiksiz çakışma kimi zaman gerçekleşir, kimi zaman gerçekleşmez.
Biz bunun canlı örneğine tanık olduk bir keresinde: Ruhi Su ile Orhan’ın Ayvalık’taki evine gittik, oturup resmini yaptı, ancak kaynaşıp erime, coşkuları kucaklaştırma tasarlanan gibi olmadı, Aliye Berger’deki gibi eksiksiz bir geçişim çıkmadı ortaya.
Ama, daha önce belirttiğim gibi, sergide ve kitapta bu geçişimin eksiksiz yaşandığı örnekler sizi bekliyor; hemen koşup sergiyi gezin, kitabı edinin.
Kumsal iskelesinde kucağında kediyle oturan çocuğun, bir yumurtanın yanında duran kırmızı başlı tuzluğun, kırmızı iskemlenin, kırmızı evin, kıpkırmızı karpuz dilimlerinin, atların başlıklarındaki bin bir rengin hazzını tadın.
Gerçek yaratıcıyla öğrendiklerini ıkına sıkına yinelemeye çabalayanı ayıranı herkes bilir: birincide dünyayla iletişim kendiliğindendir, zorlamasız, kesintisiz akıp gider. Şiir, beste, resim, dans, karşılıklı etkileşim içinde, güneşin doğuşu, tomurcuğun açışı gibi usulca oluverir.
Orhan’ın resimleri, Ruhi Su’nun türküleri, Béjart’ın baleleri gibi, insanda bu tadı, bu doyumu yaratıyor.
Sergide başka bir ustanın, Ara Güler’in Orhan Peker’e duyduğu sevginin görüntüleri de var; bunlar kitaba da alınmış, yaşamöyküsünün her yanına serpiştirilmiş.
Böylece, Aliye Berger’in resmindeki gibi, iki yeteneğin kucaklaşmasıyla benzersiz tatlar oluşmuş.
Evet, sergiye koşarak, kitabı alarak öyle sık rastlanmayan bir armağan verin kendinize.
Cumhuriyet, 20.02.2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder