NEŞ’E ERDOK
Cihat Burak, Simurg dizisinin kendisine ayrılan bölümünde: “resmin anası da
babası da, karakalem çizimdir”, diyordu.
Neş’e Erdok, bunun en somut, en coşturucu örneklerinden biridir.
Karşısanat Çalışmaları Galerisi’nin odalarını dolduran resimlerinin hatırı
sayılır bölümü karakalem çizimlere ayrılmıştı. Ve işin en güzel yanı, kimi
büyük, kimi renkli resimlerin yanına karakalem çalışmaları da konmuştu: böylece
resimseverler ilk taslakla bitmiş resim arasındaki ilişkiyi, evrimi kolayca
görebiliyordu.
Ne’e Erdok, ister Esma, Nesrin, Ali Kemâl gibi belli bir insanı, ister
toplulukları betimlesin, resimlediği kişinin bireysel özelliklerini yalın, ama
çarpıcı çizgi ve renklerle yansıtmayı, ayrıca onlara imgelemenin zenginliklerini
katmayı başarıyor.
Ustası, çoğu kez, artık aralarında yaşamadığı köy ya da gecekondu insanlarını
ele alırdı; Neş’e ise dolaysız çevresinden, her gün aralarında yaşadığı
insanlardan seçiyor kişilerini.
Küresel soygundan ötürü, bir süredir sokaklarımızı, caddelerimizi süsleyen
akordeoncu kızlarla oğlanlar önemli bir yer tutuyor bu kez gözleyip
resmettikleri arasında. O güzelim varlıkların, kızlarla oğlanların yüzlerinde,
gözlerinde, Neş’e’nin kendi soylu, onurlu kederi var hep. Onları betimlemekte
kullanılan renklerin uyumunu tadabilmeniz için sergiyi birkaç kez gezmeniz,
kataloğu da edinip uzun uzun, ince ince bakmanız gerekir.
“Kızıltoprakta’ki Çiçekli Kadın”da bir küme insan, küçükler, büyükler,
köpekler var; kişilerin, hayvanların yerleştirilişi, renkleri kusursuz; kusur ne
demek, tam anlamıyla haz verici, coşturucu.
Bütün soylu insanlar gibi, kimseyi bulamazsa, kendini çiziyor ya da üzerinde
çalıştığı insanın yanına kendini de koyuyor resmine; “ressam ve modeli”, “ressam
ve modelleri” adlı çalışmalar, benim öteden beri yürekten inandığım bir ilkeye
uygun: “sanatta dışarıdan eleştiri işe yaramaz, yapılması gereken
özeleştiri’dir”.
Neş’e Erdok bunu eksiksiz yerine getirmiş, getiriyor: kendine bakarken en
küçük bir kayırması yok, aynı sevecen, ince alaycı, kederli bakış yürürlükte. Bu
da insana başka bir haz veriyor doğrusu.
Aynı gerçekçi, ödünsüz, ama sevecen bakış yaşlı kadınları betimleyen
resimlerinde de geçerli: yaşlanmanın, usul usul çöküşün bütün acılarını
yakalayıp yansıtmış.
“Adahan Oteli”ndeyse, sanırım yaşadığı somut yerlerden yola çıkıp
düşlerindeki yumuşak, masalsı dünyaya götürüyor bizi.
Sergiyi gezip çıkarken, Bilim-Sanat Galerisi’nin 1997’de bastığı kitabını
armağan etti.
Kitabın metnini Mehmet Ergüven yazmış, görsel tasarım Nazmi Aslan’ın.
Burada da yine kendi resimleri, yakın dostlarının ya da okumalarından kalan
izlenimlerin, sevip saydığı sanat-düşün insanlarının yansımaları var; Gölköy’de
geçirdiği yazdan unutulmaz resimler doğmuş. Son sergisindeki akordeoncu kızlarla
oğlanların yerini, kitapta gece ya da gündüz, karşıya geçerken bindiği
gemilerdeki sıradan insanlarımızın görüntüleri almış. “Gece Vapuru”, İstasyonda
Sabah” gibi resimleri görmeniz, yine uzun uzun, ince ince bakmanız gerekir.
Sanırım tren yolculuklarından birinin armağan ettiği “Ağbi Gayzte!”deki
gazete isteyen çocuk, çevresindekiler, sözün gerçek anlamında, sessiz, sözsüz
bir çığlık!
Neş’e Erdok, doğrusu, “yurdumdan insan görüntüleri”ni, bu kavramı ülkemize ve
insanlığa armağan etmiş ustası Nâzım’a çok yakışan biçimde yakalayıp yansıtmayı
sürdürüyor.
Yerli yerinde kullanılan bir yetenek, duyarlılık!
Önce ne mutlu Neş’e’ye, ardından bize!
Sırası gelmişken, koca bir alkış da Bilim-Sanat Galerisi’nin ve yayınlarının
yaşatıcısı Nevzat Metin’e.
Ekrem Kahraman’ın AKM’deki sergisini gittiğimde masanın üstüne baktım, gözüme
inanamadım: sayısını bilemediğim kadar kitap duruyor önümde. Hepsi bir
yorumcumuza ayrılmış, özenli, yetkin. Ne kadar önemli, nasıl değerli!
Yaşasın ömrümüzü renklendirenler!
Cumhuriyet, 8 Mayıs 2002.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder