8 Ocak 2013 Salı

NEŞ’E ERDOK

NEŞ’E ERDOK


Cihat Burak, Simurg dizisinin kendisine ayrılan bölümünde: “resmin anası da babası da, karakalem çizimdir”, diyordu.
Neş’e Erdok, bunun en somut, en coşturucu örneklerinden biridir.
Karşısanat Çalışmaları Galerisi’nin odalarını dolduran resimlerinin hatırı sayılır bölümü karakalem çizimlere ayrılmıştı. Ve işin en güzel yanı, kimi büyük, kimi renkli resimlerin yanına karakalem çalışmaları da konmuştu: böylece resimseverler ilk taslakla bitmiş resim arasındaki ilişkiyi, evrimi kolayca görebiliyordu.
Ne’e Erdok, ister Esma, Nesrin, Ali Kemâl gibi belli bir insanı, ister toplulukları betimlesin, resimlediği kişinin bireysel özelliklerini yalın, ama çarpıcı çizgi ve renklerle yansıtmayı, ayrıca onlara imgelemenin zenginliklerini katmayı başarıyor.
Ustası, çoğu kez, artık aralarında yaşamadığı köy ya da gecekondu insanlarını ele alırdı; Neş’e ise dolaysız çevresinden, her gün aralarında yaşadığı insanlardan seçiyor kişilerini.
Küresel soygundan ötürü, bir süredir sokaklarımızı, caddelerimizi süsleyen akordeoncu kızlarla oğlanlar önemli bir yer tutuyor bu kez gözleyip resmettikleri arasında. O güzelim varlıkların, kızlarla oğlanların yüzlerinde, gözlerinde, Neş’e’nin kendi soylu, onurlu kederi var hep. Onları betimlemekte kullanılan renklerin uyumunu tadabilmeniz için sergiyi birkaç kez gezmeniz, kataloğu da edinip uzun uzun, ince ince bakmanız gerekir.
“Kızıltoprakta’ki Çiçekli Kadın”da bir küme insan, küçükler, büyükler, köpekler var; kişilerin, hayvanların yerleştirilişi, renkleri kusursuz; kusur ne demek, tam anlamıyla haz verici, coşturucu.
Bütün soylu insanlar gibi, kimseyi bulamazsa, kendini çiziyor ya da üzerinde çalıştığı insanın yanına kendini de koyuyor resmine; “ressam ve modeli”, “ressam ve modelleri” adlı çalışmalar, benim öteden beri yürekten inandığım bir ilkeye uygun: “sanatta dışarıdan eleştiri işe yaramaz, yapılması gereken özeleştiri’dir”.
Neş’e Erdok bunu eksiksiz yerine getirmiş, getiriyor: kendine bakarken en küçük bir kayırması yok, aynı sevecen, ince alaycı, kederli bakış yürürlükte. Bu da insana başka bir haz veriyor doğrusu.
Aynı gerçekçi, ödünsüz, ama sevecen bakış yaşlı kadınları betimleyen resimlerinde de geçerli: yaşlanmanın, usul usul çöküşün bütün acılarını yakalayıp yansıtmış.
“Adahan Oteli”ndeyse, sanırım yaşadığı somut yerlerden yola çıkıp düşlerindeki yumuşak, masalsı dünyaya götürüyor bizi.
Sergiyi gezip çıkarken, Bilim-Sanat Galerisi’nin 1997’de bastığı kitabını armağan etti.
Kitabın metnini Mehmet Ergüven yazmış, görsel tasarım Nazmi Aslan’ın.
Burada da yine kendi resimleri, yakın dostlarının ya da okumalarından kalan izlenimlerin, sevip saydığı sanat-düşün insanlarının yansımaları var; Gölköy’de geçirdiği yazdan unutulmaz resimler doğmuş. Son sergisindeki akordeoncu kızlarla oğlanların yerini, kitapta gece ya da gündüz, karşıya geçerken bindiği gemilerdeki sıradan insanlarımızın görüntüleri almış. “Gece Vapuru”, İstasyonda Sabah” gibi resimleri görmeniz, yine uzun uzun, ince ince bakmanız gerekir.
Sanırım tren yolculuklarından birinin armağan ettiği “Ağbi Gayzte!”deki gazete isteyen çocuk, çevresindekiler, sözün gerçek anlamında, sessiz, sözsüz bir çığlık!
Neş’e Erdok, doğrusu, “yurdumdan insan görüntüleri”ni, bu kavramı ülkemize ve insanlığa armağan etmiş ustası Nâzım’a çok yakışan biçimde yakalayıp yansıtmayı sürdürüyor.
Yerli yerinde kullanılan bir yetenek, duyarlılık!
Önce ne mutlu Neş’e’ye, ardından bize!
Sırası gelmişken, koca bir alkış da Bilim-Sanat Galerisi’nin ve yayınlarının yaşatıcısı Nevzat Metin’e.
Ekrem Kahraman’ın AKM’deki sergisini gittiğimde masanın üstüne baktım, gözüme inanamadım: sayısını bilemediğim kadar kitap duruyor önümde. Hepsi bir yorumcumuza ayrılmış, özenli, yetkin. Ne kadar önemli, nasıl değerli!
Yaşasın ömrümüzü renklendirenler!

Cumhuriyet, 8 Mayıs 2002.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder