DİL KUYUMCUSU NERMİ UYGUR
Ruhi Su, “türkü söylemek benim için aşk hâlidir”, derdi.
Bu, deneme yazarken Mermi Uygur için de geçerlidir, hem de dolu dolu. Dille
söyleşmiyor, düpedüz sevişiyor. “Türk demek, Türkçe demektir” diyen Atatürk’ü
doğrulamak, sevindirmek üzere.
Yapı-Kredi, bütün öbür etkinlik ve yayınlarının içinde, Nermi Bey’in toplu
yapıtlarının basımını da usul usul sürdürüyor. Son olarak Ustamızın “Çağdaş
Ortamda Teknik”ini yeniden bastı Bütün Yapıtlarına Doğru dizisinde. İlkin
1989’da basılmış bu denemeler, günlük, çağdaş yaşamımızda uygulayımın (tekniğin)
yerini her yönüyle irdeliyor.
Uygulayımdan kimin ne kadar sorumlu olduğunu ele aldığı Çeşit Çeşit
Sorumluluklar adlı denemesinde, Ne Kadar Sorumlu? diye soruyor, sonra dil
yordamıyla şu yanıtı veriyor.
“Herkesi teknikten aynı biçimde, aynı oranda, aynı derecede sorumlu saymaya
kalkışmak hiç de doğru bir şey olmaz. Gerçekliği çarpıtan bir tutum bu. Ayrıca,
yol açtığı haksızlıklar nedeniyle pek çok karşıkoymalar; böylece, yararsız
tartışmalar boşandırır. Öyle ya; atom bombasını ne yapan, ne attıran, ne de atan
benim – atom bombası yüzünden ne diye sorumlu tutulayım? Auschwitz’e hiç mi hiç
bulaşmadım – ne diye oraların yükünü taşıyayım…Ancak, herkesin yeri, durumu,
zamanı, yetkisi, yetkesi, görevi olanağı çerçevesinde bir teknik sorumluluğu
olduğunu söylemek zorundayız.”
Bir soru daha yöneltiyor kendi kendine: Nasıl Sorumlu?
“İnsan bir şey yaptığında ya da yapmadığında, eylemleriyle, eylemlerinden
ötürü sorumlu teknikten. Çoğu kez, tekniği aşan, daha doğrusu teknikle birlikte
başka töre eylemlerine dönüşen etkinlikler içinde insan. Yanbakışını beğenmediği
için, elindeki çekici karşısındakinin kafasına fırlatıp yaralayan biri, yalnızca
bir âleti kullanmış değildir; olumsuz diye nitelenen bir ahlâk, hukuk, töre
davranışında bulunmuş, belli bir yargı ya da yoruma da neden olmuştur. Çekiç
fırlatmak rastlantısal bir örnek, kuşkusuz; içkili içkili arabayı kalabalığın
içine sürmek; ekmeğe, yağa, şekerlemeye sağlığa zararlı maddeler katmak; gelir
kaygısıyla piyasaya korkunç yanetkili ilâçlar sürmek – bütün bunlar tekniği
içeren, ama teknikle başlayıp teknikle bitmeyen sayısız eylemden birkaçı.
Böylece, tekniğe ilişkin bir sorumluluk, insanı bütünüyle saran bir eylem
sorumluluğu olarak ortaya çıkmakta; bu da, çoğun, teknik eylemin, öbür
eylemlerden daha az önemli, daha az ağırlıklı bir insan göstergesi kılığına
bürünemeyeceğine açık seçik tanıklık etmekte.
Şimdi, bu son bildirilenlerin ışığında şöyle bir saptamada bulunmadan
geçemeyiz: kimimizde tuhaf bir izlenim uyandırsa da sarmaşdolaş ahlâk ile
teknik. Bu birliktelik. Hem teknik hem ahlâk, birbakıma, devrimsel bir
değişikliğe uğruyor. Teknikten soyutlanmış bir ahlâk yaşamı yok artık insan
için. Yalnız yüce değer ve eylemleriyle değil; maddesi, nesnesi, işlevi,
kullanımıyla tekniği de hesaba katmak zorundadır.Bu iç içe-giriş, geniş ve derin
değişimlere götürmekte ahlâkı. Benzer durum teknik için de geçerli; ahlâkla iç
içe girmekle, teknik, salt ‘mekanik’ bir kesim olmaktan çıkıp genişlik ve
derinlik kazanmakta; buysa insan yaşamını belki daha zor, ama çok daha renkli,
zengin ve yaşanır kılmakta.”
Bu sorunlar kafamda dolaşınca, son zamanlarda hep Molière’in ünlü sözü
geliyor usuma: “yemek için mi yaşacağız, yaşamak için mi yiyeceğiz?”
Henri Laborit, birbirinden değerli kitaplarında, işte bu temel sorunu
irdelerken, kanımca son derece yalın, kaçınılmaz bir sonuca varıyor: insanlık,
uygarlığı yeniden tanımlama noktasına gelip dayandı; ya tüketim, para uğruna şu
güzelim gezegeni ve üzerindekileri harcayacağız, ya da evrenin bize ödünç
verdiği usu başımıza toplayıp bu çılgın gidişe son vereceğiz.
İçlerinden tek bir simgeyi bile alsak, şu bir ya da birkaç kişiyi taşıyan
araba’nın kanserli çoğalması; yürüyebilmesi için gerekli benzini sağlamak üzere
petrol yataklarına el koymak için açılıp sürdürülen savaşları durdurmaya karar
veremezse, kendine bilen maymun adını yakıştırmış bu kırılgan yaratık, güneş
dizgesi doğal ömrünü tamamlamada, kendi ipini çekecek.
Cumhuriyet, 24 Nisan 2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder