CEMİL EREN’İN DON QUİJOTE’Sİ
Cemil Eren’i nicedir görmemiştim; özlemle koştum Bebek’teki Evin Sanat
Galerisi’ne.
İlk sevinci, Cemil’i, 75 yaşında çakı gibi görünce tattım; demek ki kafasında
oluşturduğu denge, bedenini ödüllendirmiş. Kuşkusuz türeyim gözelerinde
getirdiği gizil güç ilk talihiymiş.
Görüşmediğimiz dönemde, bu dengenin verdiği erinçle, içindeki ve dışındaki
dünyada yolculuğu, arayışı sürmüş; o arayışın ayrıntıları biçimlenip renklenmiş,
resim olmuş. Cemil de, bütün gerçek resim ustaları gibi, neye baksa imgeye
dönüştürebiliyor: kuş, balık, insan, tekne, ağaç.
Her şeyin başı enerji, biliyorsunuz; beyaz da enerjiyi en iyi simgeleyen
renk: güneş ışınındaki gibi, Cemil’in bütün renkleri de beyazdan doğmuş, süzülüp
gelmiş, resimlere vurmuş.
Benim yazı çıkana dek Bebek’e uzanıp sergiyi görebilecek misiniz bilmem; ama
Cemil’in bütün varlığıyla sevdiğine inandığım en dokunaklı oda müziğini andıran
yapıtları görüp tatmış olmanızı isterim.
Gölgeleri suya vuran iki balıkçı teknesini, usul beyaz evlerin önünü süsleyen
çiçekli ağacı, varla yok arası çizgi ve renklerle yansıtılmış çıplakları, kadın
baş ya da gövdelerini görmediyseniz, sizin adınıza çok yanarım doğrusu.
Sergide söyleşirken, Evin’le Ümit’e imzaladığı kitap geldi önümüze; kapağında
Don Quijote var. TOYAN kuruluşunun bastığı kitabın metnini yakın dostu Erhan
Bener yazmış.
Biliyorsunuz, olasılık-gereklilik ikilisinin önsüz sonsuz bileşimlerinin
dışında bir yazgı çizici yok; Cemil Eren’in ömür boyu süren sevdalı arayışları
sırasında, elbette okumalar, tutkulu okumalar var.
Daha önce de kucaklaştığı Cervantes’i, 1987 yazında, bir de İspanyol
Büyükelçisi Ramon Villanueva Etcheverria getiriyor önüne, bu kez benim
Türkçe’mden okuyor Don Qiojete’yi.
“Gökburun’da, dağda okumaya başladım. Don Kişot’un serüvenleri beni öylesine
sardı ki, bunları çizmeye başlasam nasıl olur diye düşünmeye vakit bulamadan
çizmeye koyuldum. Okuyup çizmekten büyük keyif aldığımı gördüm, devam ettim.
Bütün kitabı okuyup çizime elverişli öyküleri kâğıda döktüm. Ardından renkli
denemelere başladım.
1977’de Torba’da okurken, mürekkepbalığının mürekkebiyle neler yapabilirim
düşüncesiyle defterlerimden birine iki desen çizmiştim. On yıl sonra desenlere
bakınca gördüm ki, yeni çizilmiş gibi duruyorlar. İlk Don Kişot çizimlerimi o
doğal mürekkeple yeniden çizmeye başladım.”
Mürekkepten boyaya, başlı başına bir sergi oluşuyor sonunda. Aralık 91’de,
Ankara’da Emlakbank Sanat Galerisi’nde sergiliyor; hak ettiği ilgiyi görüyor;
ardından, zamanın Kültür Bakanlığı, sergiyi 1992’de İspanya’da açılan Expo 92’ye
götürmeyi kararlaştırıyor.
Böylece Cemil’in ömür boyu süren içten arayışlarından biri, en sevindirici
sonuca ulaşıyor.
Cemil Eren’le yan yana bulunma fırsatına kavuşmuş olanlar tanıktır: sesine,
saçına, davranışlarına yansıyan yumuşaklık, yukarıda sözünü ettiğim iç dengeden
ötürü, evrensel yaşam enerjisini sevgi biçiminde duyumsayıp yansıtabilmesinden
geliyor. Burada sevgi, gelmiş geçmiş, yaşayan bütün evrensel birlik
yandaşlarının verdiği anlamdadır. Yalnız insanı içermez; evrendeki bütün
varlıkları, varoluş biçimlerini kapsar.
Kitaba konmuş örnekler, vitraylar, soyut resimler, portreler, balıkçılar,
güvercinler, horozlar, köylüler, Mevleviler, keçiler bu sözümü doğruluyor. Cemil
baktığında, iskorpit balığıyla ahşap kapı aynı çarpıcılıkla şiire dönüşüyor.
Merzifonlu bir müezzinin önce asker okuluna gönderilmiş oğlu, ne mutlu ki dar
yakalı giysilerden tam zamanında kurtulup şu güzelim tülümsü çizgilerin,
renklerin ozanı olabilmiş.
Onunla Don Quijote yolculuğunu el ele yapmış olduğuma öyle sevindim ki!
Cumhuriyet, 20 Mart 2002.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder