8 Ocak 2013 Salı

CEMİL EREN’İN DON QUİJOTE’Sİ

CEMİL EREN’İN DON QUİJOTE’Sİ


Cemil Eren’i nicedir görmemiştim; özlemle koştum Bebek’teki Evin Sanat Galerisi’ne.
İlk sevinci, Cemil’i, 75 yaşında çakı gibi görünce tattım; demek ki kafasında oluşturduğu denge, bedenini ödüllendirmiş. Kuşkusuz türeyim gözelerinde getirdiği gizil güç ilk talihiymiş.
Görüşmediğimiz dönemde, bu dengenin verdiği erinçle, içindeki ve dışındaki dünyada yolculuğu, arayışı sürmüş; o arayışın ayrıntıları biçimlenip renklenmiş, resim olmuş. Cemil de, bütün gerçek resim ustaları gibi, neye baksa imgeye dönüştürebiliyor: kuş, balık, insan, tekne, ağaç.
Her şeyin başı enerji, biliyorsunuz; beyaz da enerjiyi en iyi simgeleyen renk: güneş ışınındaki gibi, Cemil’in bütün renkleri de beyazdan doğmuş, süzülüp gelmiş, resimlere vurmuş.
Benim yazı çıkana dek Bebek’e uzanıp sergiyi görebilecek misiniz bilmem; ama Cemil’in bütün varlığıyla sevdiğine inandığım en dokunaklı oda müziğini andıran yapıtları görüp tatmış olmanızı isterim.
Gölgeleri suya vuran iki balıkçı teknesini, usul beyaz evlerin önünü süsleyen çiçekli ağacı, varla yok arası çizgi ve renklerle yansıtılmış çıplakları, kadın baş ya da gövdelerini görmediyseniz, sizin adınıza çok yanarım doğrusu.
Sergide söyleşirken, Evin’le Ümit’e imzaladığı kitap geldi önümüze; kapağında Don Quijote var. TOYAN kuruluşunun bastığı kitabın metnini yakın dostu Erhan Bener yazmış.
Biliyorsunuz, olasılık-gereklilik ikilisinin önsüz sonsuz bileşimlerinin dışında bir yazgı çizici yok; Cemil Eren’in ömür boyu süren sevdalı arayışları sırasında, elbette okumalar, tutkulu okumalar var.
Daha önce de kucaklaştığı Cervantes’i, 1987 yazında, bir de İspanyol Büyükelçisi Ramon Villanueva Etcheverria getiriyor önüne, bu kez benim Türkçe’mden okuyor Don Qiojete’yi.
“Gökburun’da, dağda okumaya başladım. Don Kişot’un serüvenleri beni öylesine sardı ki, bunları çizmeye başlasam nasıl olur diye düşünmeye vakit bulamadan çizmeye koyuldum. Okuyup çizmekten büyük keyif aldığımı gördüm, devam ettim. Bütün kitabı okuyup çizime elverişli öyküleri kâğıda döktüm. Ardından renkli denemelere başladım.
1977’de Torba’da okurken, mürekkepbalığının mürekkebiyle neler yapabilirim düşüncesiyle defterlerimden birine iki desen çizmiştim. On yıl sonra desenlere bakınca gördüm ki, yeni çizilmiş gibi duruyorlar. İlk Don Kişot çizimlerimi o doğal mürekkeple yeniden çizmeye başladım.”
Mürekkepten boyaya, başlı başına bir sergi oluşuyor sonunda. Aralık 91’de, Ankara’da Emlakbank Sanat Galerisi’nde sergiliyor; hak ettiği ilgiyi görüyor; ardından, zamanın Kültür Bakanlığı, sergiyi 1992’de İspanya’da açılan Expo 92’ye götürmeyi kararlaştırıyor.
Böylece Cemil’in ömür boyu süren içten arayışlarından biri, en sevindirici sonuca ulaşıyor.
Cemil Eren’le yan yana bulunma fırsatına kavuşmuş olanlar tanıktır: sesine, saçına, davranışlarına yansıyan yumuşaklık, yukarıda sözünü ettiğim iç dengeden ötürü, evrensel yaşam enerjisini sevgi biçiminde duyumsayıp yansıtabilmesinden geliyor. Burada sevgi, gelmiş geçmiş, yaşayan bütün evrensel birlik yandaşlarının verdiği anlamdadır. Yalnız insanı içermez; evrendeki bütün varlıkları, varoluş biçimlerini kapsar.
Kitaba konmuş örnekler, vitraylar, soyut resimler, portreler, balıkçılar, güvercinler, horozlar, köylüler, Mevleviler, keçiler bu sözümü doğruluyor. Cemil baktığında, iskorpit balığıyla ahşap kapı aynı çarpıcılıkla şiire dönüşüyor.
Merzifonlu bir müezzinin önce asker okuluna gönderilmiş oğlu, ne mutlu ki dar yakalı giysilerden tam zamanında kurtulup şu güzelim tülümsü çizgilerin, renklerin ozanı olabilmiş.
Onunla Don Quijote yolculuğunu el ele yapmış olduğuma öyle sevindim ki!

Cumhuriyet, 20 Mart 2002.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder