MÜZİK ŞENLİĞİNDE İLK DİNLETİLER
Güzelim türkülerimize beni Ruhi Su’nun unutulmaz sesi,yorumu
ulaştırmıştı;kaçınılmaz bir uzantıyla,Comparsita dışındaki Güney Amerika
müziğine de,Hıfzı Topuz’un Paris’ten Ruhi Bey’e yolladığı Atahualpa Yupanqui’nin
İyiyim,Özgürüm adlı plağıyla kavuştum 1970’lerde.
Plağı gönderirken Hıfzı Topuz’un da belirttiği gibi,Atahualpa Yupanqui,Ruhi
Su’nun bizde yaptığını kendi ülkesinde gerçekleştirmiş sıradışı bir
sanatçıydı:şarkılarının sözlerini kendisi yazıyor,sonra gitarla söylüyordu.
Aya İrini’de,Horacio Ferrer’in – ne yazık ki anlayamadığım – güzelim
şiirlerini kendi sesinden dinlerken,ister istemez bantlarımdaki Yupanqui’yi
anımsadım:aynı duyarlılık,aynı kederli,soylu ezgiler.
Gidon Kremer yönetimindeki Kremarata Musica ,Ferrer’in Maria de Buenos Aires
adlı yapıtını,yaratılışından 30 yıl sonra,bizler için çalıp yorumladı.
Arte’deki bir belgeselde izlemiştim,Kremer,SSCB’nin gümbür gümbür çöküşünden
sonra,doğanın verdiği üstünyeteneğe eklenmiş sağlam eğitimi çok şükür,Viyana’da
kendi çabalarıyla oluşturduğu bir kurumda değerlendirebilmiş talihli
insanlardan;Piazzola’ya,tangoya vurgunluğuysa gerçek bir tutku.Aslında
bu,sanırım,Demokritos’un dile getirdiği ünlü olasılık-gereklilik ikilisinin
kaçınılmaz sonucu:Gidon’un yolu ister istemez Astor’a çıkacakmış!
İyi ki de çıkmış;oluşan yapıtlar,yorumlar bana benzeyen insan kardeşleri için
gerçek birer şölen.
Başta Ferrer’in şiirleri,Julia Zenko ile Zairo’nun şarkıları,bütün topluluk
üyelerini,üstümüze yağdırılan parasal-siyasal pisliklerden arınarak tadabildim o
iki saat boyunca.Yürekten teşekkürler!
İkinci dinleti,Ton Koopmann yönetimindeki Amsterdam Barok Orkestra ve
Korosu’na ayrılmıştı.
Soprano Heinriette Feith,alto Robin Blaze,tenor Jörg Dürmüller,bas Klaus
Mertens eşliğinde orkestra ve koro Heandel’in yapıtlarını yorumladı.
Gerek tek yorumcular,gerek koro,gerek orkestra işlerini adlarına yakışır
biçimde ustaca yerini getirdi. Ancak,Aya İrini gibi dinleti yerlerinde,belki
eskiden öncelikle sesli yorumlar için tasarlandığından,çembalo gibi narin
çalgılar hiç işitilmiyor;biz en önde olmamıza karşın,çembalocunun oynayan
başını,bedenini,parmaklarını gördük,ama tek bir notayı yakalayamadık.Neyse.
İstanbul Müzik Şenliği başlayalı 30 yıl olmuş.Dilerim,hepimizin
çabasıyla,daha uzun yıllar yaşar.
Yaşım ilerledikçe,30 yıllık Şenlik izleyiciliğinin,elli yıllık
müzikseverliğin biriktirdikleriyle,eskiden gözüme çarpmayan şeyleri görür
oldum;bu uyanmada yalnız değilim,bütün dünya bana yardımcı.
Geçen gün Erol Manisalı değindi,Suudi Arabistan-Almanya karşılaşmasında,Alman
oyuncu – 8-0 yendikleri takıma –gol atınca,haç çıkarmış.
İki yıldır bir çanakla evimize taşıdığımız iki Fransız müzik kanalını
izliyorum; dinletilerin çoğu,Aya İrini gibi onarılmış eski
kiliselerde,manastırlarda veriliyor:dört bir yan haç kaplı,pencerelerde
İsâ-Meryem masallarını canlandıran imgeler;dinsel yanı ağır basan bir
yapıtsa,alıcı sık sık bu imgelere,haçlara odaklanıyor.
Piazzola’nın,Ferrer’in öyküsünü yansıtan Tango Operita’sında bile,halk kızı
Maria ile Meryem Ananı’nki iç içe.
21.Yüzyıl’a girmişiz,bunca buluş,bunca uygulayım,övünülen bunca gelişme- ama
kime bütün bunlar? ayrımsız insanların hepsine mi?yoksa öbürlerini
ayaktopuyla,televoleyle uyutan bir avuç çılgına mı?- hâlâ Meryem’in İsâ’ya
Tanrı’dan, hem de kulağından gebe kaldığını söylüyor
kantatlar,oratoryalar,mesler!
Bu masala,o yapıtları seslendirirken,dinlerken göründüğünüz kadar
inanıyorsanız,insan hakkı,özgürlük,halk yönetimi,eşitlik gibi yalanları neden
hâlâ sıralıyorsunuz?
Küçükken,Atatürk’çü öğretmenlerimden,okuduğum,öğrendiğim bütün değerlerin
insanlığın ortak malı olduğunu dinleyip yürekten inanmıştım:oysa şimdi görüyorum
ki,kimi bilgilerini ödünç aldığım varsıl ülkeler,yüzlerce,binlerce yıldır
hepimize yalan söylemiş,söylemekteler.
“Olur mu,böyle olur mu,
Bu dünya size kalır mı?
Cumhuriyet, 19.6.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder