MUZAFFER AKYOL
Leyla-Nevzat Metin’in Bilim-Sanat Galerisi,Dolmabahçe Ekin Merkezi’nde
“Dünden Bugüne Muzaffer Akyol Resim Şöleni”düzenledi.
Bu yapıdaki sergilerden herhangi birini gezdiniz mi bilmem?uçsuz bucaksız
gibi duran alan,taş duvarlar,aralardaki sütunlar sergilenen yapıtlara doğal bir
derinlik katar.
En son,Erol Akyavaş’ı tatmıştım bu uzamda.
Bu kez,her yanına Muzaffer bezedi.
Leyla ile Nevzat’ın bastıkları güzelim kitapta,babasının Muzo’ya bir sorusu
var:”uşağum,kaç resim yapacaksın da bu iş bitecek?”
Babasının ne iş yaptığını kitaptan öğrenemedim,ama tuttuğu işte ürettiği ya
da ortaya koyduğu neyse,ömür boyu,kaç milyar kez yineledi acaba?
Burada insanın usuna hemen Nâzım’ın ünlü Bach şiiri geliyor: salkımlarda
tanelerin tekrarı...
Zigana Dağı’nın eteklerinde doğan bu Karadeniz uşağı,kendi
deyişiyle,evrendeki “gizilgüç”ün bağışladığı yetenek ve tutkuyla,daha küçük
yaşta Güzellik Tanrıçası’nın yamağı olmuş.
Muzo’nun “gizilgüç” dediğine,yüzyıllar öncesinin gönül gözüyle bakma ustası
atası Demokritos “rastlantı ve gereklilik” demişti;çağımızın bilimadamları,bizi
doğaötesine savurur kaygısıyla, rastlantı’nın yerine olasılık’ı geçirdiler:evren
ve içindeki her şey,sonsuz bir olasılık Okyanusu’nda yüzüyor.
Muzaffer,yaşamındaki olasılık-gereklilik akışını,Anadolu çocuklarının çoğuna
düşmeyen bir talihle,şimdiye dek,kendisini hep sağlam bir limana ulaştıracak
biçimde kullanmış doğrusu.
Küçük bir terslikle az kalsın atılacağı orta öğretime dönebilmiş;sonra, resim
yorumcusu olabilmesine en uygun işe,öğretmenliğe girerken de yıldızı
parlakmış.
Hele,bir kerecik tanınan bir olanakla,Güzel Sanatlar Akademisi’ne
girebilmesi,tam anlamıyla Büyük Piyango!
Ancak,sayısız insana çıkar büyük piyango;sorun, nasıl kullanacağında:Muzaffer
onu dört dörtlük kullanmış.
Bedri Rahmi gibi bir söz ve renk ustasına düşmesi de bu ikramiyenin bir
parçası;kıvrak Karadeniz anlağı,orada da işine yaramış;kendi deyişiyle değişik
çiçeklerden bal özü almak üzere,okulu bitirene dek,değişik ustaların
işliklerinde sürdürmüş oluşumunu.
Gizilgücü yardım ediyor ya,bence, en önemli dönemeçlerden biri,Beyza
Gönensay-Kemâl Tanındı çiftiyle tanışması olmuş:gönlüne göre bir galeriye,şimdi
artık soyu tükenen,gerçekten sanatsever iki insana kavuşmuş.
Kusursuz basılmış kitabına beş saygıdeğer insan katkıda bulunmuş.
Kitabın 350. sayfasında,Mustafa Kemâl’in Kurtuluş Savaşı kahramanlarına
vereceği ödülü almaya dedesinin yerine babasıyla İstanbul’a gidişlerini
anlatıyor;Dolmabahçe Sarayı’nda Mustafa Kemâl’in elinden ödülü alışlarını,Hâlide
Edip’le aynı masada oturuşlarının öyküsünü okursanız, resimlerindeki gibi,düşle
gerçeği iç içe geçirişinin gizini yakalarsınız sanırım.
Bugüne dek okuduğum e güzel,en eksiksiz şiiri tanımı Mallarmé’ninkidir:
şiir,zar atmaktır.”
Demek ki,ister sözle,ister sesle,ister renkle,ister bedensel devinimle,ister
sözsüzoyunla yazılsın, şiirde boş yok;bir-bir de bir sonuç,altı-altı da.
Muzaffer’in renkle ya da sözle şiiri arayışı da buna ayak uydurmuş,uyduruyor
elbet.
Esrikliği’nin içten olduğuna kuşku yok.
Daha yaşı genç;ama yeryüzünü dolduran milyarlarca insan arasında
ayrıcalıklı,talihli kişilerden biri olduğu açık:düşlerine yakın bir ömür
sürebilmiş.
Bu sergiyle bu kitap kuşkusuz hakettiği ödüller.
Ona ve sanatseverlere bu Şölen’i tattıran Leyla-Nevzat Metin çiftine
teşekkürler.
Cumhuriyet, 5.6.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder