7 Ocak 2013 Pazartesi

MUSTAFA KEMÂL DEMİŞTİ Kİ

MUSTAFA KEMÂL DEMİŞTİ Kİ

Mustafa Kemâl, 22 Ekim 1922’de demiş ki:
“Bir yandan Batı işci sınıfı, öte yandan Asya ve Afrika’nın köleleştirilmiş halkları, uluslar arası sermayenin kendilerini yıldırmak ve efendilerine büyük çıkarlar sağlamak üzere köle hâline getirmek istediğini anladıkları ve bu sömürge siyasetinin işlediği suç bütün dünya işçilerince kavrandığı gün, kentli sınıfın gücü sona erecektir.”
Görüyor musunuz, daha Osmanlı’nın külleri ortada, Cumhuriyet’in adı bile anılmamış; yüzlerce yıl Batılı sömürgecilerin çıkardıkları savaşlarda sözün gerçek anlamında kırılıp geçirilmiş Anadolu çocukları; ama gerçekçi kafa hastalığa yalın, açık bir tanı koyuyor, sağaltım yolunu da gösteriyor: devlet eliyle kurulacak toplumcu düzen.
Alışıldığı üzere, o da işçi sınıfı diyor, ama yirminci yüzyılın kuramcıları bu terimin yetmediğini, onun yerine emekçi sözcüğünün geçirilmesi gerektiğini bulgulayıp öyle yaptılar: çünkü aslında yalnız iki küme var yeryüzünde, hangi alanda olursa olsun çalışıp üretenler, ve bu ürünü yutan bir avuç asalak.
Nitekim, 1959’da anamalcı düzensizliğin simgesi ve savunucusu ABD’nin gözdesi alçak Batista’yı devirip Küba’da gerçek halk yönetimini kurmaya girişen Fidel Castro ve arkadaşları bunun eksiksiz bilinciymişler; bütün dünyadaki zorbaların en etkili aracı askerler de içinde, hiçbir kesim ve kişiye ayrıcalık tanımamayı ilke edenmiş ve uygulamışlar. Dolayısıyla bugün Küba’da birbiri ardından başkanlık görevini üstlenen Castro’lar da, yediden yetmişe bütün halk da aynı koşullarda yaşıyor, aynı hak ve olanaklardan yararlanıyor, aynı sıkıntılara seve seve katlanıyor. Üstelik çekilen sıkıntılar onların tembelliğinden, bilgisizliğinden, beceriksizliğinden değil, hemen hemen Devrim’le yaşıt amansız, acımasız anamalcı kuşatmasından ötürü.
Anadolu’nun güzelim halkının talihsizliğiyse, bıkıp usanmadan vurguluyorum, cumhur’un yönetimini kurmaya; yüzlerce yıldan sonra halkı ilk kez egemen kılmaya, kendi yazgısını belirleme olanağına kavuşturmaya ant içmiş Mustafa Kemâl korkunç biçimde yalnızdır; elbette bir işaretiyle can verecek yığınlar vardır; elbette atılımlarının onunla birlikte gerçekleştirecek inançlı devrimciler de; ama ortada gözüken, kendisiyle birlikte haksız ünlere kavuşmuş adların hepsi ürkektir, bilgisizdir, tutucudur, çoktan aşılmış korku ve inançlarını sarsılmaz doğru saymaktadır.
Bütün büyük değişimler, devrimler önce beynimizde tasarlanıp canlandırılır; insan adındaki memeli, bütün canlılar gibi, canını korumayı ister ilkin; zorda kalmadıkça sıkıntıya da girmek istemez; köklü dönüşümlere razı olabilmesi için bunun gerekliliğine inandırılması atılacak ilk adımdır.
Yerleşik düzenlerin sürebilmesi için bulunup yürürlüğe konmuş kavram ve kurumlar, daha doğmadan bütün insanların gözelerine işlenir kalıtım ve eğitim denen öğütüm yoluyla. Bu zinciri kırabilmenin tek yolu yeni, gerçek eğitimle dipdiri kuşaklar yetiştirmektir.
O sarı saçlı, mavi gözlü Üstünyetenek, bunun için yapılması gerekeni de çok iyi saptamış: Anadolu’nun çileli halkına çoktan hak ettiği toprakları dağıtmak ve alacağı toprağı yeniden sülüklere kaptırmaması, en verimli biçimde işleyebilmesi için, aydınlanmayı kaynağın başında, köylerde başlatmak.
Köy Enstitüleri işte o sihirli anahtardı; ama Hasan Âli Yücel¸Tonguç gibi birkaç kişinin dışında, en az 30-40-50 yıl bu halkın yazgısını belirleyecek yerde bulunanlardan hangisi Mustafa Kemâl kadar inanmıştı bu anahtara?
Aynı soru bugün de geçerlidir: anamalcı yalan-talan-soygunun dünyamızı getirdiği yer gözümüzün önünde, acısı etimizde; çözüm yolu da, yapılması gereken de belli; ama hangi parti ya da önderi söz ediyor bu gerçek hedeften; ortalıkta salınanların hepsi, suyun başındakileri kötülemekle; onların yerine gelirse her şeyin bir çırpıda düzeleceğini söylemekle yetiniyor.
Oysa, sivil asker, bütün yurttaşların her türlü ayrıcalıktan, ayrılıktan ömür boyu kesin olarak vaz geçmeye yemin etmesi gerekiyor; öbür dünyada cennete gitmek için değil, yeryüzünü cennete çevirmek için.
Küçücük Küba bunu başardı; geri kalan 6 milyarın canlı kalıp kalamayacağı, aynı köklü dönüşümü benimsemeye razı olup olmayacağına bağlı.

Ulus Gazetesi, 8 Mart 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder