KÜRESEL SİLKİNME
Onca gündür, sözümona Genelkurmay’da hazırlanan ve bir albayın başını derde sokan bir belgenin fotokopisiyle uğraşıyor yurdum; askeri savcılığın incelettiği, TSK’de böyle bir belge hazırlanmadığı, dolayısıyla şuna buna gönderilmesi ve bir darbeyle ülkenin yazgısına el konulmasının söz konusu olmadığı kanıtlandı; Genelkurmay Başkanı bunu bir basın toplantısıyla da duyurdu.
Ama sanır mısınız ki tartışma, kaynaşma bitecek? Hayır, BOP’si kapsamında Türkiye’den, özellikle TSK’den istenenler yerli yerinde duruyor; öyleyse başka belgeler uçuşabilir, başka gülünç silahlar bulunabilir her an.
Temel sorun, benim gibi bir sürü dürüst yorumcu yineleyip duruyor, tıkanan, yarattığı dertlere çözüm bulamayan; bulmak bir yana, eskisi gibi, buluyormuş gibi yaparak milyarları uyutmayı artık o kadar kolay başaramayan bu soygun ve talan düzeninin musluklarını ellerinde bulunduranların başka bir yol, yaşama biçimi olabileceğini akıllarından bile geçirmeye razı olmayışından kaynaklanıyor.
O bin yıllık ataerkil zorbalığın üstüne eklenen 250 yıllık anamalcı düzensizliğin yetiştirdiği, biçimlendirdiği egemen küme insanlarının beyinlerinde bunun gerçekleşmesini beklemek boşuna elbet. Dünyanın artıdeğerinin çok büyük bölümünü cebe indirdikleri için, iletişim araçları, sinema, tiyatro, yazın gibi sanatsal anlatımlar da onlar egemenliğinde ya da etkisinde. Hele televizyon denen zehirli oyuncakla, 365 gün, 24 saat o paraları yaratıp kendilerine armağan eden yığınları ayakta uyutuyor, kendi elleriyle canlarına kıymaya razı ediyorlar.
Gerek bu son belgede, gerek sürüp giden, dalga dalga kimi budayacağı bilinmeyen dâvâda yöntem ortada: ben karalarım, içeri tıkıp yargılarım; belgenin düzmece olduğunu kanıtlamak, aklanmak ( elindeyse) senin işin, diyor CFR’nin büyükbaşları ve bütün ülkelerdeki gönüllü devşirmeleri. Son örnek İran seçimleri; adaylardan biri az buz değil, öbürünün iki katı oy almış, alsın; ben onu saymam, saydırmam, diyor Büyük Ağabey. Bugünkü savaşa, acımasız paylaşıma dayanan dünya düzeninde, elbet her ülkede iç haksızlıklar, dengesizlikler de var. Tamam bunları alıp, o bağıran, daha çok özgürlük, eşitlik, hukuk isteyen yığınların zararına kullanırsın; akrep gibi kendi kendilerin sokmalarını, birbirlerini öldürmelerini; boş konuşmalarda dillerden düşmeyen, aslında altından daha değerli kamu mallarını, evleri, dükkânları, arabaları yaktırır yıktırırsın. Bombalarla yerle bir ettiğin güzelim Sümer uygarlığının barınağı Bağdat gibi, yıkıp yaktıklarının onarımı ayağa kaldırılması için Irak halkını bir kez daha soyup soğana çevirirsin.
Ergenekon dâvâsı başlayalı beri, gazetelerde, televizyon kanallarında anlı şanlı uzmanlar: “bu yapılanlar hukuka, ceza muhakemeleri yasasına, insan haklarına uygun değil diye” saatlarca, günlerce dil döküyor. Hızını alamayıp AİM’sine gitmekten söz edenler de var, sanki sömürülmek üzere seçilmiş ülkelerin başına bu belaları açanlar hani şu uygar (!?) Avrupalılar, demokrasinin simgesi ve koruyucusu (!?) Amerikalılar değilmiş gibi!
Bütün bu oyunların böyle kolayca oynamaması, ulusların, ülkelerin başına bin bir çorabın örülememesi için, tek bir şey gerekiyor aslında: hemen yakalanıp İstanbul’a getirilmesini, idam sehpasında bekleyen celladın eline teslim edilmesi istenen Mustafa Kemâl gibi, suçlanmasına yol açan, olanak tanıyan hukukun hukuk olmadığının; onun yerine canlı cansız bütün varlıklarıyla şu güzelim mavi gezegeni de koruyup kollayacak gerçek hukukun geçirilmesi gerektiğine gölgesiz inanmak. Ve elbet bu inancını gerçekleştirebilecek yapıyı kuracaksın.
Nitekim şimdi Güney Amerika ülkeleri, öncüleri Küba’nın ardına düşüp atılması gereken adımları atıyor; en cici bici sözlerle milyarları gözünü kırpmadan sömürenlerin en tanınmış maşalarını, İMF ile Dünya Bankası’nı kapı dışarı ediyor. Göç açıp kapayıncaya toplumcu düzene geçilemeyeceği için, yüzlerce yıldır kendilerini ezip sömürenlere karşı, yeni dayanışmalar arıyor, oluşturmaya çalışıyorlar.
Ülkemizde bunu sağlayacak siyasal-parasal kurum eksikliği ortada; bu engeli nasıl aşacağız, önceden bütün ayrıntılarıyla bilemem. Bize düşen, hastalığın gelip geçici, yerel olmadığını; sözün gerçek anlamında küresel ve yapısal olduğunu bıkıp usanmadan yinelemek; tanıda birleşebilirsek, çözüm son derece kolay olur.
Canlı örnek, Chavez’in Venezüella’sı.
Ulus Gazetesi,21.06.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder