26 Ocak 2013 Cumartesi

KİTAPLARI KİM YAKTI?




KİTAPLARI KİM YAKTI?



            Yanıtı başından vereyim: Galatasaray Üniversitesi’nin kitaplarını, Galatasaray Lisesi’ni bitirenler yaktı: Atatürkçü geçinen, düzmece ilericiler yaktı.
            Tutucular, gericiler, bütün barbarlıklarıyla, tutarlıdırlar: öbür dünya masalları anlatıp bu dünyayı talan ederler, sizin hukukunuz, sizin adaletiniz deyip hukuka da, adalete de hiç aldırmazlar; peki ya ilerici olduğunu, Atatürk ilke ve devrimlerine canları pahasına bağlı olduklarını öne sürenler ne yapar?  Öteden beri ve bugün yaptıklarını: lâf ebeliğiyle ömür geçirirler.
            Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş olan, çeşitli meslekler edinmiş, seçkinlerin çocukları oldukları için, toplumun belli başlı köşelerini tutmuş; banka, fabrika sahibi olmuş bulunanlar, bilmem kaç yıllık Feriye Sarayı’nın o yarı ahşap haliyle kullanılamayacağını; her an yanabileceğini bilmez mi, bilmek zorunda değil midir? Gümüşsuyu’ndaki bankasını özenle onarttırıp depreme dayanaklı hâle getiren hamal çocuğu gibi, onların da, ille de bu sarayı istiyorlarsa, iyice bir elden geçirtip onarttırmaları, hem depreme, hem yangına dayanıklı duruma getirtmeleri gerekmez miydi? Her zaman yaptıkları gibi, iğneyi kendilerine batıracak yerde, çuvaldızı yangın söndürücülere batırdılar: güya gelmişler, bakmışlar duman kesildi, yangın söndürüldü diye tutanak tutup gitmek üzereymişler ki, çatı tutuşmuş!!!???
            İlber Ortaylı ile Erdoğan Teziç yıllarca biriktirdikleri, kimisi artık hiç bulunamayacak değerli, ender kitaplarını bu üniversiteye bağışlamışlarmış; onlar da çatır çatır yandı, kül oldu. Bre insaf! Bu kadar değerli hazineler, her an kül olabilecek ahşap yapılarda mı saklanır? Altınlarınızı, gümüşlerinizi çelik kasalarda saklıyorsunuz; peki bu bilgi hazinelerinin hiç mi değeri yok sizin için: Demek ki yokmuş! Her zamanki gibi, lâf züppeliği yapmışsınız; iyi de, içki masalarında, toplantılarda giriştiğiniz züppelik gösterileri bu kadar pahalıya patlamıyor güzelim halklara.
            Galatasaray Lisesi’ni bitirenler arasında mimar yok mu? Zaten sizin kökünüzü kazımak isteyenlerin denetimindeki belediye görevlileri elbette o yapıya bugünkü hâliyle oturulamaz raporu vermezler; peki sizin mimarlarınız neden gidip bir ön keşif yapmaz, neden üniversiteyi kurup açmaya girişenlere alınması gereken önlemleri bildirmez?
            Sevgili Yılmaz Dikbaş, son kitabının adını boşuna Atatürkçüler Yenildi koymadı; o bilmiyor mu 10 Kasım 1938’den beri, gerçek Atatürkçülerin bir kez bile işbaşına gelemediklerini; dahası, sevgili Mustafa Kemâl yaşarken de, devlet erkine gerektiği gibi, tam anlamıyla  el koyamadıklarını, istedikleri köklü dönüşümleri başaramadıklarını; ağaların elinden toprakları alıp yüzlerce yıldır ezilip sömürülen insanlara dağıtamadıklarını; tam 6 Yüzyıl karanlıkta bırakılmış güzelim insanların Köy Enstitüleri’nde okutulup aydınlatılamadıklarını? Hepsini bilir kuşkusuz; ama umutsuz bir çığlıkla, üzerlerine ölü toprağı serpilmişleri sarsmak, uyandırmak için bile bile öyle koymuştur kitabının adını.
            Aslında, korkarım boşuna dil döküyoruz; çünkü hastalık salt bize özgü, yerel değil, küresel; dizgesel: anamalcılık denen veba yok edilmeden kimseye bunun dışında bir umut yok; sözlü ve yazılı iletişim araçları bugün şu allı pullu ülkelerde, ABD’de, AB ülkelerinde olup bitenlerin, çekilen acıların ayrıntılarını; sokaklarda yatanları; gençlerin ne kadarın, en pahalı parıltılı okulları bitirdikten sonra, işsizlikten kıvrandığını söylemiyor, yazmıyor; yalnız arasıra şurada burada ayaklanan, sokaklara fırlayan, kendi yarattığı artıdeğeri yok etmek üzere araları yakan, banka camlarını parçalayan insanları gösteriyor ya da yazıyorlar. Oysa bu da kandırmacanın parçası: yapılması gereken, yakıp yıkmak değil, şu vebalı sömürü düzensizliğinin yerine evrenin özüne uygun dayanışma-yardımlaşma düzenini geçirmek üzere kolları sıvamak; bütün sanal ayrıcalıkları çöpe atıp – evrenin özünde zaten var olan – eşitliğin sevincini yaşamaktır, Küba’daki gibi.
            Küba deyince, hemen kalkıp: iyi ama onlar da yoksul, şuları buları yok, diyor kimileri; iyi  de, o yokluklar sizin doymazlığınızın sonucu; kimilerinin elindeki, bin yılda yiyemeyeceği birikimi onlarla paylaşmaya razı olsanız, şimdikinden daha varsıl, daha olanaklı gözükecekler.
            Üstelik, sizin sandığınızın tersine, asıl varlıklı onlar: ne gelecek kaygıları var, ne iş-aş-eş bulma tasaları; sağlıkları bütünüyle güvence altında, hem de Fidel neden yararlanıyorsa, sokağı süpürene de aynısını sağlayarak; ana karnından başlayarak, bütün çocukların bakımını, eğitimini, mutluluğunu üstlenmiş durumdalar.
            Kısacası, Küba’yı yönetenler, yeryüzü Cennet’ine tanklarla değil, bilgiyle, sevgiyle gidileceğini çok iyi görüp eksiksiz uymuşlar.
            Başa dönersek, ilerici geçinenlerin bugünkü aymazlığıyla, daha çok okul ve kitap yanar yurdumuzda.

                                                                                  Kahvemolası, 25 Ocak 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder