KİTAPLARI KİM YAKTI?
Yanıtı
başından vereyim: Galatasaray Üniversitesi’nin kitaplarını, Galatasaray
Lisesi’ni bitirenler yaktı: Atatürkçü geçinen, düzmece ilericiler yaktı.
Tutucular,
gericiler, bütün barbarlıklarıyla, tutarlıdırlar: öbür dünya masalları anlatıp
bu dünyayı talan ederler, sizin hukukunuz, sizin adaletiniz deyip hukuka da,
adalete de hiç aldırmazlar; peki ya ilerici olduğunu, Atatürk ilke ve
devrimlerine canları pahasına bağlı olduklarını öne sürenler ne yapar? Öteden beri ve bugün yaptıklarını: lâf
ebeliğiyle ömür geçirirler.
Galatasaray
Lisesi’ni bitirmiş olan, çeşitli meslekler edinmiş, seçkinlerin çocukları
oldukları için, toplumun belli başlı köşelerini tutmuş; banka, fabrika sahibi
olmuş bulunanlar, bilmem kaç yıllık Feriye Sarayı’nın o yarı ahşap haliyle
kullanılamayacağını; her an yanabileceğini bilmez mi, bilmek zorunda değil
midir? Gümüşsuyu’ndaki bankasını özenle onarttırıp depreme dayanaklı hâle
getiren hamal çocuğu gibi, onların da, ille de bu sarayı istiyorlarsa, iyice bir
elden geçirtip onarttırmaları, hem depreme, hem yangına dayanıklı duruma
getirtmeleri gerekmez miydi? Her zaman yaptıkları gibi, iğneyi kendilerine
batıracak yerde, çuvaldızı yangın söndürücülere batırdılar: güya gelmişler,
bakmışlar duman kesildi, yangın söndürüldü diye tutanak tutup gitmek
üzereymişler ki, çatı tutuşmuş!!!???
İlber Ortaylı ile Erdoğan Teziç yıllarca biriktirdikleri, kimisi artık hiç
bulunamayacak değerli, ender kitaplarını bu üniversiteye bağışlamışlarmış;
onlar da çatır çatır yandı, kül oldu. Bre insaf! Bu kadar değerli hazineler,
her an kül olabilecek ahşap yapılarda mı saklanır? Altınlarınızı, gümüşlerinizi
çelik kasalarda saklıyorsunuz; peki bu bilgi hazinelerinin hiç mi değeri yok
sizin için: Demek ki yokmuş! Her zamanki gibi, lâf züppeliği yapmışsınız; iyi
de, içki masalarında, toplantılarda giriştiğiniz züppelik gösterileri bu kadar
pahalıya patlamıyor güzelim halklara.
Galatasaray
Lisesi’ni bitirenler arasında mimar yok mu? Zaten sizin kökünüzü kazımak
isteyenlerin denetimindeki belediye görevlileri elbette o yapıya bugünkü
hâliyle oturulamaz raporu vermezler; peki sizin mimarlarınız neden gidip bir ön
keşif yapmaz, neden üniversiteyi kurup açmaya girişenlere alınması gereken
önlemleri bildirmez?
Sevgili
Yılmaz Dikbaş, son kitabının adını
boşuna Atatürkçüler Yenildi koymadı; o bilmiyor mu 10 Kasım 1938’den
beri, gerçek Atatürkçülerin bir kez bile işbaşına gelemediklerini; dahası,
sevgili Mustafa Kemâl yaşarken de, devlet
erkine gerektiği gibi, tam anlamıyla el
koyamadıklarını, istedikleri köklü dönüşümleri başaramadıklarını; ağaların
elinden toprakları alıp yüzlerce yıldır ezilip sömürülen insanlara
dağıtamadıklarını; tam 6 Yüzyıl karanlıkta bırakılmış güzelim insanların Köy
Enstitüleri’nde okutulup aydınlatılamadıklarını? Hepsini bilir kuşkusuz; ama
umutsuz bir çığlıkla, üzerlerine ölü toprağı serpilmişleri sarsmak, uyandırmak
için bile bile öyle koymuştur kitabının adını.
Aslında,
korkarım boşuna dil döküyoruz; çünkü hastalık salt bize özgü, yerel değil, küresel;
dizgesel: anamalcılık denen veba yok edilmeden kimseye bunun dışında bir umut
yok; sözlü ve yazılı iletişim araçları bugün şu allı pullu ülkelerde, ABD’de,
AB ülkelerinde olup bitenlerin, çekilen acıların ayrıntılarını; sokaklarda
yatanları; gençlerin ne kadarın, en pahalı parıltılı okulları bitirdikten
sonra, işsizlikten kıvrandığını söylemiyor, yazmıyor; yalnız arasıra şurada
burada ayaklanan, sokaklara fırlayan, kendi yarattığı artıdeğeri yok etmek
üzere araları yakan, banka camlarını parçalayan insanları gösteriyor ya da
yazıyorlar. Oysa bu da kandırmacanın parçası: yapılması gereken, yakıp yıkmak
değil, şu vebalı sömürü düzensizliğinin yerine evrenin özüne uygun
dayanışma-yardımlaşma düzenini geçirmek üzere kolları sıvamak; bütün sanal
ayrıcalıkları çöpe atıp – evrenin özünde zaten var olan – eşitliğin sevincini
yaşamaktır, Küba’daki gibi.
Küba
deyince, hemen kalkıp: iyi ama onlar da yoksul, şuları buları yok, diyor
kimileri; iyi de, o yokluklar sizin
doymazlığınızın sonucu; kimilerinin elindeki, bin yılda yiyemeyeceği birikimi
onlarla paylaşmaya razı olsanız, şimdikinden daha varsıl, daha olanaklı
gözükecekler.
Üstelik,
sizin sandığınızın tersine, asıl varlıklı onlar: ne gelecek kaygıları var, ne
iş-aş-eş bulma tasaları; sağlıkları bütünüyle güvence altında, hem de Fidel neden yararlanıyorsa, sokağı
süpürene de aynısını sağlayarak; ana karnından başlayarak, bütün çocukların
bakımını, eğitimini, mutluluğunu üstlenmiş durumdalar.
Kısacası,
Küba’yı yönetenler, yeryüzü Cennet’ine tanklarla değil, bilgiyle, sevgiyle
gidileceğini çok iyi görüp eksiksiz uymuşlar.
Başa
dönersek, ilerici geçinenlerin bugünkü aymazlığıyla, daha çok okul ve kitap
yanar yurdumuzda.
Kahvemolası,
25 Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder