FAHİR AKSOY
Sözcüğün tam anlamıyla Aksoylu Fahir’i sanırım kırk yıldır tanıyorum;
Balmumcu’da, Ece-Yaşar Şeki çiftinin yaşattıkları İstanbul Modern Sanatlar
Galerisi, geçen Cuma akşamı 17 Mart 2007’de 90 yaşına basacak dostuma bir
kucaklama düzenledi; son yapıtlarından birkaçı sevenlerin önüne getirildi.
Kucaklamanın ilk konuşması Gürol Sözen’e düştü; çok yerinde bir seçimle,
Komagena Krallarından, Nemrut Dağı’nın tanrılarından, sanata-yaşama
bakışlarından söz etti ; bütün öbür işlevlerimizin yanında, yiyip içmenin,
dostluğun önemini anımsattı coşkulu, yumuşacık anlatımıyla. Doğrusu, Gürol’un
vurguladığı Fahir Aksoy, benim tanıyıp sevdiğim, ömür boyu alkışladığım insanı
çok iyi yansıtıyordu: tutarlı, inançlı, sevecen, yardımsever, başkalarının
yapıtlarıyla mutluluklarına kendisininkiler kadar önem verip özen gösteren
coşkulu adam; benim deyimimle, gerçek bir yaşama sanatı ustası!
Bütün öbür ara sanatlar, aslında insan adlı memelinin, yaşamını tam bir sanat
yapıtı, bir dans gösterisi, güzel bir resim, unutulmaz bir şiir gibi yaşamasını
sağlayacak araçlardır, benim gözümde. Yaşamanın her evresinde çok yakınında
olmadım Fahir Usta’nın; ama gerek yazdıklarından, gerek çizdiklerinden, gerek
kısa söyleşilerimizden çıkardığım sonuç, benim de birinci sıraya koyduğum bu
temel sanata gönülden bağlı olduğunu, kimselere gösteriş yapma gereğini duymadan
- ne büyük bir ayrıcalık, ne büyük bir talihtir böyle olabilmek, hele 90 yıl
öyle kalabilmek! - yeryüzündeki konukluğunu alkışlanacak bir onurla yaşayıp
geldiğidir!
Sevgili Gürol, kısa, özlü konuşmasında bir de maske’den söz etti; yeryüzü
sahnesindeki oyunumuzu maskeyle ya da maskesiz oynayan iki kümeyiz; bugün
hepimize verilen anamalcı savurgan eğitimin sonucu, büyük çoğunluk ne yazık ki
ömür boyu maskeli! Fahirciğim ise, o seçkin, talihli – ama bu dengesiz
dağılımdan ötürü, ister istemez de talihsiz – küçük azınlığın içinde yer
alanlardandı.
Dünya Kitapları’nın, 2004 yılında, Anı dizisinde bastığı Yaşam Defeterim’in
önsözünde şöyle diyor:
“Deneysel açıdan ve içtenlikle yaklaşarak Cumhuriyet Dönemi’nin geçirdiği
kültürel ve sanatsal evrelerin içinde yaşamış bir kişi olarak ve de olanaklar
ölçüsünde nesnel kalmaya özen göstererek dile getirmeye çalıştığım gözlemlerim,
düşüncelerim gerçek olgulara dayanmaktadır.
Kuramsal iri kıyım terminoloji yerine gerçek anlamda naif bir anlatımı
yeğlemeyi mizacıma daha uygun buldum.”
Başka bir yerdeyse:
“Özet olarak naif sanat, bir okul ya da akım değildir. Bu nedenle teknikleri
birbirine benzemez.
Naif sanatçının temelde, başkalarına benzemeyen karakteri ve önemli ölçüde
çocuksu içgüdülerine bağlı olması, eğitimden geçmesi ya da geçmemesi, küçük
farklar yaratsa bile, sonuç değişmez; bu farklılık taraflardan birine üstünlük
sağlamaz. Uzun yıllar Paris’de yaşamış mimar-ressam Cihat Burak’ın derinlemesine
naif duyarlılık taşıyan yapıtları ile İzmir’de dağda yaşayan Şebnem Çamdalı’nın
tamamen benzer nitelikteki yapıtlarının aynı kategoride yer almalarına hiçbir
engel yoktur. Onları aynı çizgide toplayan en belirgin özellikleri karakteristik
duyarlılıklarında yatar.
Değişik okul ve akımlara bağlı bazı sanatçıların yapıtlarında da bu
duyarlılık belirgin biçimde kendini gösterir; örneğin sürrealist
Chagall’da…”
Sevgili Fahir Aksoy, yaşama sanatının gerektirdiği biçimde, ömür boyu çizdi
boyadı, yazdı, dergi, gazete çıkardı, galeri yönetti, kısacası hem sanat gibi
yaşamaya, hem sanatın insan kardeşlerine ulaşmasına çalıştı.
O gece, her zamanki gibi özenli giyimine, bir sanat dervişine dönmüş yüzüne
bakınca, yerinde bir seçimle tutarlı sürdürülmüş yaşamın somut ödülünü dolu dolu
aldığını gördüm.
Ne büyük mutluluk değil mi?
Cumhuriyet,24.12.2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder