“ŞEREFE HATIRALAR
Nesrin Kazankaya’nın, Tiyatro Pera’daki başarılı oyunları Seyir Defteri,Julia
ile Dodrinja’da Düğün’ü görebilmiş miydiniz bilmem? Onlarda da dünyamızın yakın
geçmişteki durumunu, yaşadıklarını çok çarpıcı biçimde oyunlaştırıp sahneye
koymuş sonra arkadaşlarıyla birlikte canlandırmıştı.
“Şerefe Hatıralar, İstanbul 1955” onun son oyunu; bu kez 1950’li, 60’lı,
70’li yıllarda yurdumuzun yaşadıklarını özetlemiş. Yerinin ve olanaklarının
darlığını göz önünde bulundurarak çalkantısı, sarsıntısı hâlâ süren o yılları
beş simge kişiyle yansıtmış: 1950’den sonra, “küçük Amerikalaşmaya” inanan
ilkeli, sıkıdüzenli koca; ozan çevirmen erkek kardeşiyle birlikte nasıl
olacağını tam kestiremese de daha eşitlikçi bir dünya düşleyen, sanata, yazına,
müziğe vurgun eşi; Ruhi Su türküleri dinleyerek büyümü, yüksek öğrenim görmüş,
ama toplumun yer ve iş verip yararlanamadığı delikanlı; çiftin hem küçük
kızlarını, delikanlının gizli sevgilisini de, ozan-çevirmen kardeşin yavuklusunu
da canlandıran genç kız.
Arada, 50’li yılların en sarsıcı olaylarından 6-7 Eylül yıkımı, ABD’nin
izinde, daha doğrusu cicili bicili sözlerle yutturulmaya çalışılan anamalcı
soygunun kaçınılmaz sonucu olarak fokur fokur kaynatılmaya başlanan cadı kazanı,
kovalamalar, kovuşturmalar, ülkenin düşünsel-sanatsal yaşamının simgeleyen Erol
Güney’in uyduruk bir suçlamayla yurttaşlıktan çıkarılıp dışarı atılışı.
Korku-yılgı kasırgasının ozan-çevirmen Suat’ı Ayvalık’a kaçmak zorunda bırakışı;
onsuz, düşsüz kalan Sunay’ın geçirdiği bunalım; Türkiye’mizin serbest piyasa
ekonomisiyle, daha doğrusu bir deyişle, sınırsız soygun ve talanla
kalkınabileceğini sanan, bu uğurda canla başla didinen Celal’in bile günün
birinde dışlanıp işten atılışı; Berin ile Kemâl’in tutunacak bırakın başka dalı,
birbirlerine bile tutunamayışları. Kısacası, bütün dünyayla birlikte, güzelim
Türk toplumunun da şu anda içine düşürüldüğü acılı, acıklı çıkmaz.
Geçen gün iletişim ağından bir ileti geldi, Amerikan Kızılderililerinin Şeref
Yasaları. Tıpkı bir zamanlar Orta Asyalı Şaman atalarımızın, eski Hintlilerle
Çinlilerin, şu anda Anadolu’daki Alevilerin yaptıkları gibi, daha başka bir sürü
ince, çok değerli ayrıntının yanında, şu ilkeye canla başla inanırmış o soylu
insan kardeşlerimiz: “Bitki, börtü böcek, canlı cansız, yeryüzündeki her şeye
karşı saygılı, sorumlu olmak!”
Bu altın değerindeki ilkeye, şimdi ancak Küba’da, Fidel’in yangınını koşulsuz
benimsemiş alçakgönüllü, çalışkan, yoksul ama alabildiğine varsıl, onurlu
insanlar inanıp uyguluyor. Bereket Fidel’in yarım yüzyıllık direncinin sonunda,
bugün Güney Amerika’da ABD’nin, Avrupa’nın yüzyıllarca sömürüp ezdiği başka
ülkeler de birer birer dönüp yeniden sarılıyor.
Ama ABD’nin, AB’nin bütün dünyaya eldeki bütün araçlarla, silahlarla
benimsetip uygulatmaya çalıştıkları soygun ve talanın yıkımı altında inleyen
uluslarda artık ne bunu anımsatan bir oyun yazılıyor, ne film çekiliyor, ne
kitap basılıyor. Nobel ya da Oscar’ın hangi yapıtlara verildiğini düşünün
yeter.
Bu çoraklık içinde sevgili Nesrin Kazankaya’nın oyunu çöl ortasındaki vaha
gibi; umut, düş kırıcı da olsa, en azından uyuşturulmuş insanların canını
yakarak uyandırma olasılığı var.
Önceki oyunlarındaki gibi, Kazankaya’nın yanında, Mehmet Aslan, Muhammet
Uzuner, Başak Meşe, Aytunç Şabanlı inançla, canla başla yerine getiriyorlar
görevlerini. Tiyatro Pera’ya gelmiş olanların bildikleri o dümdüz, olanaksız
salonda, ışığıyla, bezemiyle, müziğiyle, danslarıyla yine gerçek bir tiyatro
oyunu sunuluyor izleyiciye.
Emeği geçenlere yürekten alkış!
Cumhuriyet, 12.12.2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder