12 Ocak 2013 Cumartesi

“AKREP GİBİSİN KARDEŞİM”







“AKREP GİBİSİN KARDEŞİM”


            Nâzım Hikmet’in ünlü şiirini bilirsiniz:





Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

            Yazan büyük bir ozan olduğu için buradaki temel bilgi yanlışına şimdiye dek kimse değinmeyi göze alamadı; oysa almak gerekiyor, eğer daha yaşanır bir dünya oluşturmak istiyorsak.
            Buradaki eksiklik, 19. Yüzyıl’da henüz dirimbilimin (biyolojinin) de, bilgisayarın da, bilgiişlemin de bilinmeyişindendi; Marks’ı çok sayan bir insan olarak Nâzım da ister istemez sürdürdü bu yanlışı; şimdi ünlü köşe yazarları da, Küba gibi birkaç ender ülkenin dışında, yeryüzünde konuşan bütün okur-yazarlar da sürdürüyor; kimisi bidon kafalı diyor halka, kimisi kör, kimisi cahil.
            Gelin şimdi hepimizin kullandığı şu bilgisayara bakarak akıl yürütelim; aldığınız zaman, beynini barındıran yuva, birtakım donanımların yerleştirildiği bir kasadır; ama hemen hiçbir işlevi yerine getiremez; getirebilmesi için, temel yazılımdan başlayarak belli izlencelerin yüklenmesi, yeni donanımların eklenmesi gerekir. CD/DVD okuyucu yerleştirilmediyse, onları okuyamaz; ayrı bir izlence yüklenmediyse, bu ikisini de kopyalayamaz.
            Oysa dış görünüşü alabildiğine gösterişlidir.
            İnsan da tıpatıp böyledir: bakınca insandır, insandan beklediğiniz bütün işleri başarabilir sanırsınız; başaramaz,  bırakın başarmayı, akıl bile erdiremez.
            En az 6 000 yıldır zorba ataerkil düzensizliğin altında ezdiğiniz, pestilini çıkardığınız bu insandan, beyninden nasıl beklersiniz bütün o düşlediklerinizi? Emekçi olması, köylü olması, işçi olması, kendini ‘devrimci’ diye nitelendirmesi yeter mi, yetebilir mi?
            Yirminci Yüzyıl’ın en önemli düşünürlerinden Dr. Wilhelm Reich, “Faşizmin Kitle Ruhu Ahlayışı”  adlı yapıtında, yukarıda sıraladığım adlandırmalardan hangisini taşırsa taşısın, yeryüzündeki bütün bireylerin aynı buyurgan ataerkil aile içersinde yetiştiğini; dolayısıyla ister emekçi ister kentli sömürücü olsunlar, aynı beyin yoğrulmasının sonucu olan aynı kafa yapısına sahip bulunduklarını vurgulamıştır.
            Bu yüzden, Atatürk, daha savaşın yıkıntısı, yoksulluk olanca dehşetiyle ortada dururken, ilkin eğitime el atmış; öğretmenleri övmüş, devrimin bekçiliğine çağırmıştır; ama yazık ki, kendisinden ve genç yaşta ölüp giden kimi inançlı yoldaşından başka geri kalanların hepsi tutucu, karşıdevrimci oldukları için, ne toprak ne bilgi dağıtımını tamamlayamadan göçmüştür.
            Bu önemli işi şimdiye dek tek bir ülke, tek bir kişi ve arkadaşları başarabilmiştir: Fidel Castro ve Küba; daha dağda getirdikleri toz üzerlerinde dururken, belki yıkanıp temizlenmeye bile vakit bulamadan, ülkedeki bütün okulları tatil etmiş herkese çağrıda bulunup gönüllü okuma-yazma öğretmeni olmaya çağırmış; bunun sonucunda, yalnızca bir yılda yüzlerce yıldır karanlığın en dibinde yaşatılmış bütün yurttaşlarını okur -yazar kılmıştır; ama bu yetmez, ondan sonra, 24 saat, 365 gün, halka hiç yalan söylememiş; Devlet Başkanı’nın bildiklerini 11 milyon Kübalıyla paylaşmıştır.
            Başa dönersek, Nâzım Usta’nın başka bir şiirinde söylediği gibi, “bir sabah ansızın ellerini toprağa basıp doğrulama(z)” insanlar, ömür boyu doğru bilgi alamamışlarsa; o zaman dönüp onlara, sırf emekçi oldukları için (aslında, Devlet Başkanı da içinde, yeryüzündeki herkes, anamalcı ülkelerdeki bir avuç azınlık gibi sömürücü-sülük değilse, EMEKÇİ’dir), “kabahatin çoğu senin be kardeşim” diyemezsiniz; derseniz, dünyamız gömüldüğü bataktan sonsuza dek çıkamaz!

                                                                                  Güncel Mersin, 12 Ocak 2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder