7 Ocak 2013 Pazartesi

“ACI BİR KUŞ”

“ACI BİR KUŞ”


Ozan Zeynep Uzunbay’ı tanıdığınızı sanmam, çünkü yurdumuz, dünya o kadar karıştırıldı ki, oturup yürek erinciyle şiir okumaya hiçbirimizin vakti yok; Zeynep’se bu toprağın yetiştirdiği en duyarlı, en soylu ozanlardan biri. Ama artık sesi soluğu kesik.
KİM?

Otu çektim köküne baktım
Eğilip toprağa baktım
Dönüp anneme baktım
Benim büyükbüyükbüyük
En büyükanmem?

Bu yalın, akılcı dizeler onun; daha hiçbir yerde okur önüne çıkmadı, çıkamadı.
Birkaç yıl önce kendi yaşamından yola çıkıp evrensel düş dünyasında özgürce dolaştığı bir roman yazmıştı: Acı Bir Kuş.
Ortak dostumuz, Papirüs yayınlarının yaratıcısı Oktay Şimşek basacaktı, ama küresel saldırı aman vermedi, parasızlıktan, okursuzluktan basamadı. O arada birkaç başka yayınevi aday oldu kitabı gün ışığına çıkarmaya; sonunda Demokritos bu güzel işi yerine getirmeyi İzmir’li İlya Yayınevi’ne bıraktı.
Az önce kargodan çıkageldi kitap;Sevim Korkmaz Dinç’in genel yayın yönetmenliğini yaptığı kitabevinin 220. kitabı olarak basılmış.
Kitabın başına Thomas Bernhard’tan şu alıntıyı koymuş Zeynep:
“Çocukluk hâlâ bir köpek gibi eşlik ediyor bana; hani bir zamanlar neşeli bir yol arkadaşı olan, elinizde ölmesin diye, şimdi bakmak, kırıklarını sarmak, binlerce ilâç vermek zorunda kaldığınız bir köpek gibi.”
Zeyneyçim de, paranın ve sözünoma ona yön veren, hem de sahip olan (?) erkeklerin egemen olduklarını sandıkları dünyamızda, duyarlı bir kız olarak, daha küçük yaşta tanımış başkaldırıyı; ama sevgili Ruhi Su’nun şu dizelerinde dediği gibi:
Bir sesim vardı benim
Bin sesim olsa n’olacak?
Çocukların sesiyle adam asılmaz
dı; dolayısıyla Zeynep’e kalan, suskun, acı gülmeceydi; öznesi hem kendisi, hem bütün dünya olan bir gülmece.
Bir vuruşta bu amansız, acımasız erkek egemen yapıyı yıkamazdı elbet, ancak bir makasta uzun kara saçlarını kesip hamam sobasının yanındaki kovaya atabilirdi; o da öyle yapmış.
Şimdi de romandan kısa bir alıntı size:
“Sarkık bıyıklı karartı:
- Senin adın ne?
- Turna gül.
- Suçun ne?
- Benim suçum yok.
- Niye buradasın?!
- Bilmiyorum.
- Seni camiden mi getirdiler ..mın kızı!”
Gürültüyle kapandı pencere.
Bomboşum. Kollarım, bacaklarım, parmaklarımın içi bomboş. Tenim inceldi, kurudu, gerildi. Sadece “..mın kızı,..mın kızı!” yankılanıyor içimde. Annem sözcüğünün içini deşti, geriye “..m”bıraktı sarkık bıyıklı karartı. Savrulan n’leri, e’yi boşluktan alıp dudaklarımın arasındaki a ile m’nin arasına koydum: Annem! Cami’yi de karşı duvara astım bir güzel. C’si, i’si düşüp duruyor. İşaret parmaklarımla bastırıp başımı duvara dayadım. Titreyen bacaklarımın arasından doğuşumu, sıfır yaşımı izlerken kardeş yaşlarımı sayıp durdum: Sıfır,Üç, Altı, Dokuz, On iki, Sıfır, Üç, Altı, Dokuz, On iki…
Şiirle düzyazının iç içe geçtiği bu güzelim yapıtı armağan edin kendinize, sevdiklerinize.
Onu basma bilgeliğini gösterenlere yürekten alkış.

Ulus Gazetesi, 10 Mayıs 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder