SARTRE’IN KÜBA GEZİSİ
Sartre’la Beauvoir’ın Küba’ya gidişleriyse şöyle:
Castro 12 yoldaşıyla Sierra Madre’ çıkmış, çarpışıyor, bir yandan da ilkin
köylülerin, sonra bütün ülkenin ilgisini, desteğini kazanmaya uğraşıyor; ama
bütün dünya, o arada Avrupa basını konuya ilgisiz; Fidel ne kadar iyi bir
satranç oyuncusu olduğunu hemen gösteriyor: ünlü koşuculardan Fangio’yu
kaçırtıyor; gazeteler Küba’nın Batista’dan kurtulma savaşına değil, bu
kaçırılmanın üstüne atlıyor; hele Fangio özgür bırakıldığında, kılıma
dokunmadılar, paşalar gibi ağırladılar deyince, Küba Devrimi bileğinin hakkıyla
küçük bir yer kazanıyor iletişim dünyasında.
Fransızların bu konuya yaklaşımı iki yönlü, bir bölümü Castro’nun yengiye
ulaşmasını tam bir rezalet sayıyor; ılımlılar girişilen eylemi çılgınlık diye
nitelendiriyor; solcu geçinenler destekliyor, ama daha başından gözyaşı döküyor
başlamadan ezileceğine emin. “İyi ama zavallı dostum, diyor birinci küme, Latin
Amerika’da her yıl bir Devrim yapılır; onların oy verme biçimi de bu.”
Solcularsa, gözleri yaşlı yanıtlıyor: “İyi ama sevgili dostum, nasılsa
yenilecekler; yenilmeleri gerektiğini siz de biliyorsunuz. Bir tek Latin Amerika
Devletleri’nin birliği kurtarabilir onları: buysa, bildiğiniz gibi, hemen yarın
olacak şey değil.”
Fransızlar, o arada Sartre bu ruh halindeyken Küba’nın en tanınmış gazetesi
Devrim’in yöneticisi Franqui iki arkadaşıyla onu görmeye geliyor; ilk
izlenim:
Franqui beni işte bu kararsızlık içinde buldu. Kırk yaşlarında, İspanyol
asıllı bir Kübalı, zayıf, dökülmeye başlamış kara saçları var,dudağının altında
bir bıyık, pırıl pırıl dişler. Peki esmer mi? Küba’daki pek çok insanınki gibi,
yüzünün bana hafif dumanlı gözüktüğünü söyleyeceğim: beyaz, pembe tenine,
yanaklarına hafif bir gölge düşüyor. Yanında iki dostu var.
Kısa bir heyecan yaşandı, ama kimse törenli davranmıyor. Karşıma oturup küt
diye söze başladı: “- Küba Devrimi’ni görmezden gelmeye hakkınız yok? – Kimin
yok? Fransızların, Sol’un mu? Avrupa’nın mı? – Hayır, sizin. Ben gazeteciyim,
siz yazarsınız: ikimiz konuşuyoruz, ben de size diyorum ki: XIX., XX. Yüzyıl
Devrimleri üstüne bir sürü yazı yazdınız, bu Devrimi görmezden gelmenize izin
veremeyiz. – İyi ama, diyorum, buradan ne yapayım onu tanıtabilmek için?
Görülmesi gereken insanlar, okunması gereken kitaplar, göz atılacak gazeteler
var mı? “ Hiç istiflerini bozmadan yanıtlıyorlar: “ Ne gazete var, ne kitap;
Kübalıları gelince, hepsini birden görmeniz gerekir. Ancak onlar Küba’da.
Küba’ya gelin; gazetem sizi çağırıyor.” Bu ince gözdağları beni biraz şaşırttı:
“ –İyi ama, görmek, birtakım talihsiz deneyimlerden geçmişseniz, en iyi bilgi
edinme yolu değildir, diyorum. Size yol gösteren kılavuzlar dikkatinizi zararsız
görünümlere çeker, doğrularsa, siz ayrımında değilken, ayaklarınızın arasından
kaçar gider. – Bizim saklayacak, dolayısıyla gösterecek bir şeyimiz yok, diye
karşılık veriyor. Gelin birkaç hafta aramızda yaşayın: sizden tek istediğimiz
bu. “ Çekimserliğim biraz canını sıkmış olmalı: dostça, ancak hafif bir
saldırganlıkla ekledi: “ Yirmi yıldır, ıssız çölde, işlerin yolunda gitmediğini
haykırıyorsunuz. Bizdeyse, olması gerektiği gibi gidiyor: burada durur, yapmaya
çalıştığımıza göz atmaya yanaşmazsanız, bu kaleminizi kırmak olur. Özgürlük,
adalet konusunda yazılar yazdınız: öyleyse ya artık yazı yazmayı bırakın ya da
gelip onları Küba’da arayın.
…
“1949’da geldim Küba’ya, gerçi pek az kişiyle görüştüm, ama hepsi bana
güçsüzlüklerinin bilincinde gözüktü.” Başını sallıyor. “ O günlerde onlar gibi
miydiniz?” diyorum. Başını azıcık öne eğip gülümseyerek yanıtlıyor: “Ben, diyor,
derbederdim.”
Sartre¸ Avrupalı benzerleri gibi, bu üç Kübalı devrimcinin söylediklerine bir
türlü inanamıyor, ayak diretiyor, bin bir dereden su getiriyor, o güne kadar
okuduklarını sayıp döküyor; Kübalılar susuyor; yalnız aralarından biri: “İyi ama
Fransa’yı Amerikan basın ajansları besliyor”, diyor. Franqui de, göğüs
geçirerek: “Ülkemize gelin: kendiniz göreceksiniz”, deyip bitiriyor.
Ve sonunda karar verip Küba’ya uçuyorlar Beauvoir’la; uçakta Devrim
gazetesini karıştırıyor:
“Utanç bitmiş onlar için. Franqui’nin daha ilk sözleriyle çarpmıştı bu
kalağıma: Devrim’deki bir yazıyı, sonra birini daha okuyorum, bu kez gözüme
giriyor olgu. Yapılması gereken her şey onları bekliyor; çetin olacak bu iş; ama
insanlar yürürken kendi yollarını açıyorlarsa, kimsenin yol göstermediği,
kimsenin arkalarından gelemeyeceği yabancı topraklarda ilerliyorlarsa, bir halk
yazgısına sahip çıkmışsa, onu eritir, yerine uygulaması’nı geçirir, sorunlarını
dile getirdiği ve tek başına çözdüğü zaman, utanç övünce dönüşür.”
Bu kadarını görebilmiş olmak, bence, Sartre’ın bir Avrupalı olarak ömür boyu
düştüğü bütün yanılgıları bağışlatır.
Bütün önyargılarını, kuşkularını yenerek görebildiklerini paylaşmayı
sürdüreceğiz.
Ulus Gazetesi, 17 Mayıs 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder