7 Ocak 2013 Pazartesi

SARTRE’IN KÜBA GEZİSİ

SARTRE’IN KÜBA GEZİSİ


Sartre’la Beauvoir’ın Küba’ya gidişleriyse şöyle:
Castro 12 yoldaşıyla Sierra Madre’ çıkmış, çarpışıyor, bir yandan da ilkin köylülerin, sonra bütün ülkenin ilgisini, desteğini kazanmaya uğraşıyor; ama bütün dünya, o arada Avrupa basını konuya ilgisiz; Fidel ne kadar iyi bir satranç oyuncusu olduğunu hemen gösteriyor: ünlü koşuculardan Fangio’yu kaçırtıyor; gazeteler Küba’nın Batista’dan kurtulma savaşına değil, bu kaçırılmanın üstüne atlıyor; hele Fangio özgür bırakıldığında, kılıma dokunmadılar, paşalar gibi ağırladılar deyince, Küba Devrimi bileğinin hakkıyla küçük bir yer kazanıyor iletişim dünyasında.
Fransızların bu konuya yaklaşımı iki yönlü, bir bölümü Castro’nun yengiye ulaşmasını tam bir rezalet sayıyor; ılımlılar girişilen eylemi çılgınlık diye nitelendiriyor; solcu geçinenler destekliyor, ama daha başından gözyaşı döküyor başlamadan ezileceğine emin. “İyi ama zavallı dostum, diyor birinci küme, Latin Amerika’da her yıl bir Devrim yapılır; onların oy verme biçimi de bu.” Solcularsa, gözleri yaşlı yanıtlıyor: “İyi ama sevgili dostum, nasılsa yenilecekler; yenilmeleri gerektiğini siz de biliyorsunuz. Bir tek Latin Amerika Devletleri’nin birliği kurtarabilir onları: buysa, bildiğiniz gibi, hemen yarın olacak şey değil.”
Fransızlar, o arada Sartre bu ruh halindeyken Küba’nın en tanınmış gazetesi Devrim’in yöneticisi Franqui iki arkadaşıyla onu görmeye geliyor; ilk izlenim:
Franqui beni işte bu kararsızlık içinde buldu. Kırk yaşlarında, İspanyol asıllı bir Kübalı, zayıf, dökülmeye başlamış kara saçları var,dudağının altında bir bıyık, pırıl pırıl dişler. Peki esmer mi? Küba’daki pek çok insanınki gibi, yüzünün bana hafif dumanlı gözüktüğünü söyleyeceğim: beyaz, pembe tenine, yanaklarına hafif bir gölge düşüyor. Yanında iki dostu var.
Kısa bir heyecan yaşandı, ama kimse törenli davranmıyor. Karşıma oturup küt diye söze başladı: “- Küba Devrimi’ni görmezden gelmeye hakkınız yok? – Kimin yok? Fransızların, Sol’un mu? Avrupa’nın mı? – Hayır, sizin. Ben gazeteciyim, siz yazarsınız: ikimiz konuşuyoruz, ben de size diyorum ki: XIX., XX. Yüzyıl Devrimleri üstüne bir sürü yazı yazdınız, bu Devrimi görmezden gelmenize izin veremeyiz. – İyi ama, diyorum, buradan ne yapayım onu tanıtabilmek için? Görülmesi gereken insanlar, okunması gereken kitaplar, göz atılacak gazeteler var mı? “ Hiç istiflerini bozmadan yanıtlıyorlar: “ Ne gazete var, ne kitap; Kübalıları gelince, hepsini birden görmeniz gerekir. Ancak onlar Küba’da. Küba’ya gelin; gazetem sizi çağırıyor.” Bu ince gözdağları beni biraz şaşırttı: “ –İyi ama, görmek, birtakım talihsiz deneyimlerden geçmişseniz, en iyi bilgi edinme yolu değildir, diyorum. Size yol gösteren kılavuzlar dikkatinizi zararsız görünümlere çeker, doğrularsa, siz ayrımında değilken, ayaklarınızın arasından kaçar gider. – Bizim saklayacak, dolayısıyla gösterecek bir şeyimiz yok, diye karşılık veriyor. Gelin birkaç hafta aramızda yaşayın: sizden tek istediğimiz bu. “ Çekimserliğim biraz canını sıkmış olmalı: dostça, ancak hafif bir saldırganlıkla ekledi: “ Yirmi yıldır, ıssız çölde, işlerin yolunda gitmediğini haykırıyorsunuz. Bizdeyse, olması gerektiği gibi gidiyor: burada durur, yapmaya çalıştığımıza göz atmaya yanaşmazsanız, bu kaleminizi kırmak olur. Özgürlük, adalet konusunda yazılar yazdınız: öyleyse ya artık yazı yazmayı bırakın ya da gelip onları Küba’da arayın.

“1949’da geldim Küba’ya, gerçi pek az kişiyle görüştüm, ama hepsi bana güçsüzlüklerinin bilincinde gözüktü.” Başını sallıyor. “ O günlerde onlar gibi miydiniz?” diyorum. Başını azıcık öne eğip gülümseyerek yanıtlıyor: “Ben, diyor, derbederdim.”
Sartre¸ Avrupalı benzerleri gibi, bu üç Kübalı devrimcinin söylediklerine bir türlü inanamıyor, ayak diretiyor, bin bir dereden su getiriyor, o güne kadar okuduklarını sayıp döküyor; Kübalılar susuyor; yalnız aralarından biri: “İyi ama Fransa’yı Amerikan basın ajansları besliyor”, diyor. Franqui de, göğüs geçirerek: “Ülkemize gelin: kendiniz göreceksiniz”, deyip bitiriyor.
Ve sonunda karar verip Küba’ya uçuyorlar Beauvoir’la; uçakta Devrim gazetesini karıştırıyor:
“Utanç bitmiş onlar için. Franqui’nin daha ilk sözleriyle çarpmıştı bu kalağıma: Devrim’deki bir yazıyı, sonra birini daha okuyorum, bu kez gözüme giriyor olgu. Yapılması gereken her şey onları bekliyor; çetin olacak bu iş; ama insanlar yürürken kendi yollarını açıyorlarsa, kimsenin yol göstermediği, kimsenin arkalarından gelemeyeceği yabancı topraklarda ilerliyorlarsa, bir halk yazgısına sahip çıkmışsa, onu eritir, yerine uygulaması’nı geçirir, sorunlarını dile getirdiği ve tek başına çözdüğü zaman, utanç övünce dönüşür.”
Bu kadarını görebilmiş olmak, bence, Sartre’ın bir Avrupalı olarak ömür boyu düştüğü bütün yanılgıları bağışlatır.
Bütün önyargılarını, kuşkularını yenerek görebildiklerini paylaşmayı sürdüreceğiz.
Ulus Gazetesi, 17 Mayıs 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder