6 Ocak 2013 Pazar

YAĞMUR SUYU SATIŞA ÇIKARSA


YAĞMUR SUYU SATIŞA ÇIKARSA

            Üretime, yeniden üretime aldırmayan; eline ne geçerse satıp para kazanmaya bakan uluslar arası çetenin, Bolivya’da Evo Morales’i işbaşına getiren su savaşlarına yol açtığını anımsarsanız.
            Eski bir sömürgeci torunu, İspanyol  İciar Bollain; tıpkı soylu öncülleri José Marti ya da Fidel Castro gibi, insan kanı emerek beslenmeyi elinin tersiyle itmiş; İspanya ve Günel Amerika tarihini yeniden ele almaya karar vermiş. Ünlü yönetmen Ken Loach’un  usta öykü yazarı Paul Laverty ile el ele, kafa kafaya vermiş, bence son yılların en çarpıcı filmini, Yağmuru Bile’yi çekmiş.
            Çok başarılı bir anlatım yolu saptamışlar önce; bütün dünyaya büyük kâşif olarak sunulan yağmacı, kıyımcı Kristof Kolomb’un Güney Amerika’ya gelişini; güzelim yerlileri kandırışını; önce iyilikle, sonra kılıç zoruyla altın toplayıp gözü doymaz efendisine göndermeye gidişini anlatan bir film çekecekler; bunun için halktan ucuza oyuncu adayı kapatmak üzere bir çağrıda bulunuyorlar: bizde 100 kişilik çöpçülük için 1000- 10 000 kişinin başvurmasını anımsatan uzun bir kuyruk oluşuyor; ister istemez aralarından göz kararıyla seçim yapıyorlar: derken, gerçek anlamda Güney Amerika yerlilerine benzeyen bir adamla güzel kızı seçilemeyenler arasında kalınca çıngar çıkıyor.
            Anamalcı düzensizlik, biliyorsunuz, olumsuzu bile satmak ister: bu huysuz adama filmde önemli bir rol veriyorlar; çarpıcı, büyüleyici koşutluk o zaman başlıyor: filmde böyle önemli bir rol kapan o sıradan Bolivyalı, Demokritos’un ünlü olasılık-gereklilik ikilisinin yardımıyla, içeçek suları bile ellerinden alınmak istenen halkın, köylülerin giriştikleri ölüm-kalım savaşında gerçek bir öndere dönüşüyor.
            Filme bir katman daha eklemeyi bilmiş öykü yazarıyla yönetmen hanım: oyuncuların iç dünyaları, çelişkileri, zayıflıkları, erdemleri.
            Çekim öyküsünün hazırlanmasında büyük payı bulunan, Kolomb zamanında yaşanan insanlıkdışı işlere karşı çıkan; dünyayı inandığı İsa’ya yakışan düzen ve törelere kavuşturmak üzere silahlı zorbalara sözle karşı durmaya çalışan din adamının dramı; başroldeki oyuncunun, derdinden içip ezberleyeceği metni unutuşu; kendisi milyonlar alırken zavallı yerlilerin boğazı tokluğundan daha azına çalıştırılması; filmde yönetmeni canlandıran gencin, kendilerini büyük bir sevinçle karşılayan yetkiliden, filmin çekimini, dolayısıyla sırtı sağlamların kazancını tehlikeye atan su savaşında direnişçilere anlayış göstermesini istemesi; onun da, büyük bir pişkinlikle ve açık sözlülükle:  iyi ama, siz de önemsiz oyunculara benim halka verdiğim kadar para veriyorsunuz, deyişini gösterişsizce, en doğal biçimde filme yerleştirmek çok, ama çok büyük ustalık, duyarlılık.
            Filmin sonunda, her şeyi parayla yapabileceğini, bütün sorunları çözüp herkesi satın alabileceğini sanan gösterişli, kendinden emin, kararlı yapımcının; hapislere düşen, işkenceye uğrayan, sonunda kaçıp ayaklanan halkın önüne düşen yerlinin ağır yaralanan kızını kurtarması için ondan yardım istemeye gelen eşi karşısındaki kararsızlığı; filmi çekenlerle birlikte havaalanına gitmeye hazırlanırken:  iyi ama, o senin arkadaşın sözü üzerine titreyip kendine gelişi; gerçek bir savaş alanına dönmüş kentte küçük kız arayışları; bulup hekimlerin güvenilir ellerine teslim edişleri; öbürleriyle gitmeyip yapımcı dostunu beklemek üzere küçük bir tepeye çöken yönetmenin kederi, yalnızlığı, güçsüzlüğü…
            Sözün kısası, İciar Bollain’le Paul Laverty¸ küresel yozlaşmanın her şeyi silip süpürdüğü dünyamızda insana yakışan asıl değerleri çok acı, şiirsel bir dille anlatmayı başarmışlar.
            Bu başyapıta hiçbir yarışmada ödül vermemiş, verememişler; Sinema Günleri’nde bizim bile haberimiz olmamış; nitelikli sinemaların birer birer kapanıp tarihe karıştığı kentimizde, kahraman bir sinema, nasıl oluyorsa, gösterime sokmuş onu; sokmuş da ne olmuş? Bizim gittiğimiz gün, salonda topu topu on kişiydik.
            Bilmem ne sululuğu değil çünkü film; dünyamızın gerçek sorunları, acı çeken milyarlar var içinde. Kentinize kazara bir haftalığına gelirse, bari siz kaçırmayın.
Ulus, 29 Temmuz 2011
           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder