6 Ocak 2013 Pazar

VENEZÜELA’NIN BAŞARDIĞI

VENEZÜELA’NIN BAŞARDIĞI


Kasım ayında José Marti Küba Dostluk Derneği’ne iki değerli konuk geldi; önce Küba’dan, Yazarlar Birliği Başkanı ozan Nancy Moréjon'u ağarladık ; alabildiğine kişilikli, kendinden emin, bilinçli bir insandı. Üzerinde çalışma yapan bir öğretim üyesinin eşliğinde tatlı tatlı anlattı Küba’daki ekini, şiiri. Karaib Adaları’ndaki köle-sömürgeci karışımının yarattığı melez insanları, onların melez ekinlerini kısa, yalın bir anlatımla gözler önüne serdi. Yüzlerce yıl süren insanlıkdışı sömürgeciliğin yol açtığı başkaldırı geleneğine değindi. Sonunda, yumuşacık bir sesle, şiirlerinden birini okudu. Öğretim üyesi hanım da Türkçesi’ni. Keşke bir kopyasını vermiş olsaydı da buraya alabilseydim; alabildiğine duyarlı, gösterişsiz, gerçekçi bir şiirdi Kara Derili Ozan Kadın’ın yazgısı üstüne
Ardından, Venezüella’dan bir insanbilimci geldi: Ronny Velasquez. Konuşmacıyı, okulda öğrencisi olmuş Venezüella Başkonsolosu tanıttı bize. Seçtiği konu, yerli direnişleriydi. Tıpkı Küba gibi, 1492’den bu yana sömürgeci Avrupalıların amansız, acımasız sömürüsünde yaşamak zorunda kalan Venezüella’da 40 budun (etnik küme) varmış. Venezüella’nın yerli halkı, Afrika’dan getirilen köleler, Avrupalı beyazlar, onca yıl iç içe, üst üste yaşamış; sonunda elbet yerli halkların dilleri de, ekinleri de hemen hemen silinmiş.
Ama Başkan Hugo Chavez ve arkadaşları (üstelik çoğu asker kökenli) yeni Anayasa’ya bu toplulukların kendi inançlarına, dillerine, ekinlerine, gelenek göreneklerine yeniden sahip çıkabilmelerini güvence altına alan bir madde koymuşlar. Bunun insanlık tarihinde ne büyük bir uygarlık adımı olduğunu görüyorsunuzdur sanırım.
O adım bundan 500 yıl önce atılabilseydi, ne güzelim Afrika şimdiki gibi allak bullak olurdu, ne Kuzey Amerika’nın soylu Kızılderilileri bizonlar gibi kıyımdan geçirilirdi, ne Eskimolar çocuk gözlü foklar gibi kırılırdı; İrlanda dili ve halkı olduğu gibi kalır; Basklar kimlik ve kişiliklerini Fransa ile İspanya’ya kabul ettirebilmek için on yıllarca boşu boşuna ölmez; Kürt kardeşlerimiz dillerini özgürce konuşabilmek, halaylarını dilediklerince çekebilmek için insanlık düşmanı Amerikalıların, Avrupalıların tuzaklarına düşmezdi.
Ronny Velasquez seçtiği bilim dalına çok yakışan bir insandı; konuşmasının başında, Türkçe‘ye çevirttiği kısa bir giriş okudu kırık dökük Türkçesiyle. Böylece, dünya üzerindeki çokekinliliğe, çokdilliliğe nasıl yürekten inandığını gösterdi. Olasılık ve gereklilikler izin verse, bizim Kâzım Mirşan’la, Halûk Tarcan’la bir araya gelebilseydi, göçlerle oradan oraya savrulan insanların dilleri, ekinleri arasında kim bilir ne etkileşimler, kaynaşmalar ortaya çıkardı.
Bu iki seçkin konuk da içimi ısıttı, ışıttı. Ömürleri uzun olsun.
*
Şimdi de size, bir bakıma aynı bağlamda, Atatürk’ten bir şey aktaracağım. Bu satırları Kemâl Arıburnu’nun Atatürk- Anekdotlar-Anılar kitabından alıyorum; anıyı anlatan Yunus Nadi Abalıoğlu.
“Çiftlik. Marmara havuzu: Balkan Anlaşması’ndan takriben yedi sene evvel:
Huzurunu bozmaktan korkarak ayaklarımın ucuna basa basa kendisine doğru ilerledim. Ancak iyice yaklaştıktan sonra benim kendisine doğru gelmekte olduğumu fark etti ve mutad nezaketiyle yanına çağırdı.
- Burada kendi kendime biraz düşünceye dalmıştım, dedikten ve birkaç havai sual cevaptan sonra: Biliyor musun, deminden beri neler düşündüm? Düşündüm ki, ben Cumhurreisliğinden çekileyim, veyahut yeni intihapta arkadaşların beni tekrar Cumhurreisi yapmamalarını rica edeyim. Bu vaziyette hükümete geçmem mevzuu bahis olabilir, ama onu da yapmayayım. Hareketlerinde hürriyet ve istiklâline malik, sade bir vatandaş olayım. Bu takdirde yalnız bir şeyi bırakmam: Fırkanın Şefliğini. Reisi bulunduğum Cumhuriyet Halk Partisi, Türk milletinin bonsansına (sağduyusuna) istinat eden bir müessesedir ki, hiçbir şekil ve şart altında ondan ayrılamam. Beni bütün külfetli resmî sıfatlardan tecrit edecek bu vaziyeti şunun için istiyorum:
Yanıma çok değil, bir iki arkadaş alarak alâyişsiz, tantanasız, hattâ sessiz sedasız bir Balkan seyahati yapmaya çıksam, bundan büyük neticeler alınacağını kat’i olarak görüyorum. Bu seyahatte kimseye haber vermeden Atina’ya uğrarız; Belgrad’a geçeriz. Bükreş’te üç beş gün âram ederiz (dinleniriz) ve nihayet Sofya’da eski bildiklerimle konuşuruz. Bütün devlet merkezlerinde benim temas edeceğim adamlar hükümetlerden evvel ve onlardan çok daha fazla, halk zümrelerinin münevver ileri gelenleri olacaktır. Ve kendilerine niçin Balkanların evvelâ kendi aralarında bir kardeş hayatı yaşamaları gerektiğini anlatırım.
Son yılların hep hârice âlet olan muharebeleri ispat etti ki, Balkanların yekdiğeriyle çarpışması kadar mânasız ve acınacak az macera bulunur. Bu kardeş muharebelerinde ve milletler aralarında beyhude yıpranmışlardır ve bir çaresi bulunmazsa bu kardeş boğuşmaları daha devam edebilir. Yetmedi mi, niçin devam etsin?
Ben kendileriyle konuşacağım adamların kalplerine hitap edeceğim için haklı iddiamı istisnasız hepsine kabul ettireceğimden eminim. O halde, bütün bu mükâlemeler sona erdiği zaman, Balkanlı milletlerin bütün efkârı umumiyeleri Balkanlılar arasında bir kardeşlik birliğine hazırlanmış olacak ve geriye günün birinde bu kardeş tesanüt ve ittihadının (dayanışma ve görüş birliğinin) ilânından ibaret bir vazife kalacaktır.
İşin bu cephesi müsbet (olumlu) neticelenince ikinci netice olarak kendi aralarında bir blok teşkil edecek Balkanlıların hepsini harice karşı müttehiden müdafaa etmelerine (elbirliğiyle savunmalarına) sıra gelir ki, onlar bu lüzumu da şüphesiz zamanla takdir ve icra etmekten geri kalmazlar. İşte bir saatten beri Marmara havuzunun kenarında hayalen Balkanları dolaşarak hep bunları düşündüm. Nasıl, güzel ve hayırlı bir düşünce değil mi?”
Elbette çok güzel, çok yararlı bir düşünce canım benim! Para ve erk uğruna kendileri de bir an bile şöyle derin bir soluk alamayan, milyarlarca insana da aldırmayan şu çıldırmış dünya önderlerine bakın, bir de havuz başında önce Balkanları, ardından bütün yerküreyi barış ve erince kavuşturmak üzere kafa patlatan o sarı saçlı mavi gözlü incecik parmaklı güzel varlığa!
Fidel Castro’lar, Hugo Chavez’ler, Evo Morales’ler onun yaktığı meşaleyi taşıyorlar insan kardeşlerine.
*
Dinlence dönüşü bir kucak kitapla karşılaştım; bunları kısaca anayım.
Sevgili Ali Alkan İnal’ın yönetimindeki Hasan âli Yücel klasikler dizisinde, Sabri Esat Siyavuşgil’in çevirisiyle Alphonse Daudet’nin Pazertesi Hikâyeleri yeniden sunulmuş okurlara. Kitabın görsel tasarımı her zamanki gibi Birol Bayram’ın, düzeltiyi Alev Özgüner üstlenmiş.
Honoré de Balzac’ın Suyu Bulandıran Genç Kız’ını Türkçe’ye Yaşar Avunç çevirmiş; görsel tasarım Birol Bayram’ın, düzelti Alev Özgüner’in.
Ardından, tam 873 sayfalık bir tuğla-kitap: Katherine Mansfield’in bütün öyküleri, Katıksız Mutluluk. Bu dev yapıtı sevgili Oya Dalgıç çevirmiş; bütün öbür kitaplarında olduğu gibi, bunu da en az iki kez okuyup tek bir Türkçe ya da yazım yanlışı kalmaması için kılı kırk yararak çalışan Alkan’a da yürekten alkış!
Ruken Kızıler’in yönettiği Türk Edebiyatı dizisindeyse Mehmet Zaim Saçlıoğlu’nun Sur ve Gölge adıyla üç uzun öyküsü basılmış.
Kırmızı Yayınları, Fahri Özdemir yönetiminde sürdürdüğü güzel özenli kitaplarına yenilerini eklemiş.
Bunların ilki, değerli ustamız Pertev Naili Boratav’ın eski bir çalışmasının yeni basımı: Köroğlu Destanı. Özel Kitaplar dizisinde çıkarılan kitabın kapağını Serap Akçura tasarlamış.
Enis Batur’un Başkalaşımlar/XXI-XXX adlı denemeleri de özel basımla, ciltli yayınlanmış; kapak tasarımı yine Serap Akçura’nın. Resimlerle, fotoğraflarla bezenmiş denemeler ekin dünyasında gezinmek isteyenleri bekliyor.
Max Horkheimer’in Alacakaranlık’ı Türkçe’ye İlknur Aka kazandırmış; kapağını Serap Akçura yapmış. Yazarın 1926-1931 yılları arasında Almanya’da yaşarken edindiği izlenimleri, düşünceleri, tepkilerini dile getiren kısa ya da uzun denemeler, öyküler bunlar. Okuru düşünmeye, eleştirmeye, tutum takınmaya çağıran çığlıklar.
Dinçer Sezgin’den bir öykü kitabı: Sır Gecesi. Kapağı elbet Serap Akçura’nın.
Ayşe Kumrular ile Fahri Özdemir’in Lars Morris’ten çevirdikleri Şarlatanlığın Tarihi. Kapak yine Serap Akçura’nın.
Son olarak da, Emirhan Oğuz’un iki şiir kitabı: myndos geçişit ile ateş hırsızları söylencesi. Onlara güzel kapaklar giydiren, Serap Akçura.
Bir deste kitap da Kaynak yayınlarından.
İlki, orak bir çalışma: İttihat Terakki ve Jön Türkler.
Bartu Soral’dan bir inceleme: Türkiye’de Bitmeyen Ekonomik Kriz/ Belgeleriyle Üretimden Finans Oyunlarına Geçiş. Belli ki son derece önemli bir çalışma.
Kürt sorununu ele alan bir yapıt: Naşit Hakkı Uluğ’un Derebeyi ve Dersim’i.
Muazzez İlmiye Çığ’dan da önemli bir yapıt: Atatürk ve Sümerliler.
Kostantin Nikolayeviç Leontyev’den, Diplomatik Mektuplar, Notlar, Raporlar’ın alt başlığı şöyle: Osmanlı’ın Sosyal ve Siyasal Yapısı ve Rusya ile İlişkileri (1865-1872). Mais Alizade’nin çevirdiği kitap meraklısı için değerli bilgiler içeriyor.
Bilimin Türk-İslam kaynakları dizisinin 8. kitabı olarak çıkarılmış, Ali Kuşçu/ Çağını Aşan Bilim İnsanı’ nı Yavuz Unat hazırlamış.
Kemâl Şenoğlu da önemli bir Cumhuriyet düşünürünü ele almış: Yusuf Akçura, Kemalizmin İdeoloğu.
Sevgili dostum Evin Okçuoğlu, Kora Yayınları’na iki kitap hazırlamış; biri öykü: Sardunya Kırıldıkça; öbürüyse şiir, İçi Görünen Şiirler.
Zafer E. Bilgin’in resim kitabı var; Atila Yalın yönetimindeki Bindallı Sanatevi basmış: Yaşantının İzdüşümü/ BALABAN. Ressamın yaşamöyküsüyle, anılarıyla, sanat konusundaki bildirileriyle, fotoğraf ve resimlerle bezenmiş güzel bir çalışma.
Sözümüzü şiirle bağlayalım; bakalım ne diyor Ali Yüce:
CEBİMDE HIRSIZ VAR

Bu imge buraya gitmedi
İmgeyi değiştir Ali
Bir iki/ bir iki/ sağ sol
Ayağın yanlış hemen düzelt
Düzeltemem efendim
Ağzını topla Ali
Eşitlik ne demek adalet neymiş
Aydınlık da kim oluyor
Ülkemize ne halt etmeye gelmiş

Sana sesleniyorum
Çık ortaya teslim ol aydınlık
Çok yönlü olarak aranıyorsun
Boşuna yorma bizi inadı bırak
Çıkacaksın yargı önüne
Cezanı çekeceksin aydınlık
Bütün çakallar aslan şimdi
Melek olmuş bütün hırsızlar
Bütün dosyalar mıncıklanmış
Yahu kim çaldı benim tüfeğimi
Cebime yılanlar dolmuş

Ne seksî armut bu böyle
Sayın ayıları başa çıkarmış
Ben devlet olsaydım eğer
Gülme vergisi alırdım delilerden
Bak nasıl denkleşirdi bütçem
Sesin az geliyor alo az geliyor
Kısaldıkça uzuyor şiirin
Bittikçe yeniden başlıyor alo
Sözcüklerden tepkiler geliyor
Alo kim çaldı benim aritmetiğimi
Bütçem her yıl açık veriyor

Alo alooo!
Oğlum Ali bu ne biçim alo
Şiirin kaba biraz incelt
Kalemine estetik mürekkebi çek
Bir örtü ört anlamın üstüne
İşçi kokuyor köylü kokuyor
Sarı kart gösteriyor okuyucu
Yayıncı kırmızı kart

Övünmek gibi olmasın
Çok zengin ülkeyim ben
Taşım toprağım altın
Süt ve bal akar çeşmelerimden
Sayın hükümetim düşük şimdi
Kudurmuş sayın enflasyonum
Devletim bir deri bir kemik
Sayın İMF teftişime gelmiş
İmdattt!
Cebimde hırsız var.

Berfin/Bahar, s142, Aralık 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder