SENİN BİR DÜŞÜN VAR MI?”
Bu başlığı Fakir Baykurt’un Almanya’da Mannheim Alevi Kültür Merkezi’nin
yayınladığı Aydınlık Özlemi adlı kitaptaki bir yazıdan aldım.
Kitaptaki yazılar, Fakir’ciğimin Almanya’ya sığınmak zorunda kaldıktan sonra
çeşitli yerlerde çıkmış yazılarından, konuşmalarından oluşturulmuş.
Başlığını ödünç aldığım yazı, 14.7.1988’de Emek’te basılmış.
Fakir burada, yazınseverlerin yakından tanıyacakları bir ödülün , Madaralı
Roman Ödülü’nün kurucusu, yaşatıcısı Fikret Madaralı’yı ele almış.
“Fikret Madaralı’nın göz açıp yumacak kadar öğretmenlik yaşamı oldu.
Samsun’un Çukurbük köyünde yedi yıl çalıştı, sonra Köy Enstitülerine geçti.
Oradaki çalışmaları daha kısa sürdü. Düşüncelerinden ötürü izlediler.Sonra
meslekten ayırdılar.Halkına sağlam bağlarla bağlıydı.Mesleğini,yurdunu çok
seviyordu.Kendisini yakından tanıyanlar bilir, örnek insandı. Biraz kırıldı, ama
hiç eğilmedi.
Fikret Bey traktör sürücülüğü yaptı.Fethiye hanım dikiş dikti.Çocukları
olmadığı için Yıldız’ı alıp büyüttüler. Düşe kalka esenliğe geldiler. Fikret Bey
90 oldu,Fethiye Hanım 80’i geçti.
...
Fikret Bey’in saygınlığı arttı. Kendini toplum işlerine verdi. Onun son
uğraşı ceviz dikimidir.Ortalıkta öteden beri ’Ceviz diken ölür!’ diye bir söz
dolaşır.Bu sözün yanlışlığını kanıtlamak için Fikret Bey durmadan ceviz dikti.
Ölürüm diye ceviz dikmekten kaçınanlara :’İşte ben dikiyorum, seksenini geçtim,
ölmedim! Demek bu söz asılsız!’ diyordu. Bunu söylemekle yetinmiyor, cevizin
türlü yararlarını anlatıyor, bu konuda yazıyor, konuşuyor, yurt ölçüsünde
kampanya açıyor.Yolculuklarda sesbüyültenli otobüsleri seçiyor.
Valilerle,kaymakamlarla ilişki kuruyor, okullara gidiyor, bildiklerini
öğretmenlere, öğrencilere anlatıyor:
‘Ceviz soframıza katıktır,mobilyamıza kütüktür! Ceviz yaşlılara, gençlere,
özellikle çocuklara ilaçtan öte yararlı bir besindir.Cevizin kütüğü dışa
satılır, içe döviz getirir’ diyor, bıkıp usanmadan anlatıyor.
Milliyet’ten Emin Çölaşan onunla uzunca bir konuşma yaptı. Gazete bu
konuşmayı tam sayfa bastı. Kendisine 204 mektup geldi. Venezüela’da okumuşlar,
ordan mektup geldi.Telefon edenlerin sayısı belirsiz.
Fikret Bey diyor ki: ‘Ceviz kütüğü satarak dış borçların hepsini
ödeyebiliriz!’ Dinleyenler gülüyor. Yüzüne kuşkuyla bakıp ‘Hoca kafayı üşüttü!
Bu söyledikleri yalnızca düş!’diyerek yanından uzaklaşıyorlar.
Öyle ya,elde o kadar ceviz yok. Olanları kesip tüketmişiz, ölürüz diye
korktuğumuz için, yenilerini dikmemişiz; olmayan kütükler dışa satılır da,içe
döviz gelir , bunlarla dış borç mu ödenir? Ama bir de hepimiz ceviz diker,bakar,
büyütürsek? Yerleşme alanlarının biraz uzağı koyu gölgeli yeşil toplara benzeyen
cevizlerle kaplanırsa,Fikret Bey’in düşü gerçek olur.”
...
“Ben de diyorum ki: Düşlerimizi o kadar aşağı görmeyelim. Düşlerimiz gerçeğin
öbür yüzüdür. Düş ile gerçek birbirinin yanında durur.Gerçek yıkılır düş olur,
düş canlanır gerçek olur.
Madaralı Hoca , ceviz düşünü gerçekleştirmek için çalışmayı sürdürüyordu.
Nerden nereye; Kaman Belediyesi her yıl ’Ceviz Kültür Şenliği’ düzenliyor. Bunu
duyar duymaz otobüse binip soluğu Kaman’da alıyor.Gür sesi bu kez oralardan
geliyor.Ceviz dikmenin yararlarını, o asılsız sözün zararlarını anlatıyor.
Yaşamda bir düşün olsun demek istiyorum sevgili okurum sana!Onu
gerçekleştirmek için çaba harca, gülen varsın gülsün; aldırma. Küçük iş, büyük
iş deme. Bir iş yap varsın küçük olsun. Giderek etkisi büyür.Ürgüp’lü Mustafa
Güzelgöz köylere eşekle kitap taşıdı. Ünü dünyayı tuttu. Üstelik o hiç de ün
için çalışmıyordu. Ben seni biliyorum, sen de ün diye gözünü yukarlara dikmezsin
sevgili okurum. Sen çok çok önemlisin benim gözümde. Hiç olmazsa karanlığı
beslemiyorsun. Aydınlıktan yana tavır alıyorsun.Ama bu yeter mi?Aklın, gücün yok
mu? tavır almakla kalma, aydınlığı besle. Bir kitaplık açamıyorsan, bir yoksul
öğrenciye her ay okumak istediği bir kitabı al.
Diyelim bunu da yapamıyorsun, Çeltikçi’li Birnur Şener’in yaptığını yap: Kör
komşuna git, ona birer ikişer saat kitap oku. Küçük iş diye dudak bükenlere hiç
aldırma. Hani çok ünlü bir söz var, hakkı olmayanlar kullanıyor onu, o söz daha
çok sana uyar:Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at, bir at bir yiğit, o
yiğit de yurdu kurtarır! Böyle düşün, bir işe girişirken, onu önce sen kendin
küçük görme.
Bahri Savcı, yaşamının sonuna doğru, kendisinden önce İstanbul’a gidip Hukuk
Fakültesi’ne yazılan Sabri ağabeyinden çok anlatırdı. Bahri Bey Çorum’luydu,
Gönen’de büyüdü, Edremit’te okudu.Sabri Ağabeyinin ardından İstanbul’a gitti;
Çarşıkapı ortaokuluna yazıldı. Anneleri Hanife Hanım, oğulları okusun diye
Gönen’de tütün işçiliği yapıyordu.
Aile orta halli bile sayılmazdı,yoksuldu. Sabri Ağabey, Bahri’yi ta
Beyoğlu’na tiyatroya götürdü.İlk kez tiyatro görüyordu. Çok etkilendi. ‘Hep gel
bunlara! İyi filmler geldiğinde sinemaya da git!’dedi. Sabri Ağabey, Hukuk
Fakültesi’ni bitirip yargıç oldu. Kardeşini hiç bırakmadı.Kitap okumaya o
alıştırdı. ‘Askerliğini yap, seni Avrupa’ya göndereyim!’ diyordu.Böyle ağabeyler
vardı o zaman.”
İşte böyle! İster düş deyin, ister ülkü,o olmadan yaşanır; insan,canlı,
evreni oluşturan sayısız öge içinde yerine yakışan, işlevini eksiksiz gören, öbür
ögelerle dayanışan,dolayısıyla doyumlu, mutlu, dengeli bir varlık olunur mu
dersiniz?
Cumhuriyet,12.1.2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder