8 Ocak 2013 Salı

“SATILIK VATAN”

“SATILIK VATAN”


Bu, Yılmaz Dikbaş’ın AsyaŞafak Yayınları’nca yeniden basılan kitabının adı. Adından anlayacağınız gibi, Dikbaş burada, gerek yurdumuzda, gerek bütün öbür sömürülen, çökertilip yutulmak istenen geri bıraktırılmış ülkelerdeki küreselleşme, çağlaşma, özgür tecime açılma, özelleşme yalanlarını irdelemiş.
İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Portekiz, İspanya, Yunanistan, Hollanda, Danimarka gibi hani şu yana yakıla aralarına katılmaya çalıştığımız AB ülkelerinde de; o ayrıcalıklılar içinde yer alması da gelişmiş, uygar Batı ülkesi sayılan İsveç, Norveç ve Finlandiya’da; adaylığı onaylanmış Polonya, Romanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Bulgaristan’da; ve şimdi hangi cin ya da meleklerden esin aldıysa “beni de koynunuza alın soyguncalar” türküsü çağırmaya başlayan Rusya’da; Güney Amerika’da, Asya’da, Afrika’daki belli başlı bütün ülkelerde yürütülmüş özelleştirme-küreselleştirme girişimlerinin sonunda oralarda yaşayan insanların acıklı durumlarının ayrıntılı sayılarla, kıyaslamalarla, haritalarla gözler önüne sermiş.
Şimdi kısa bir alıntı:
“Sizler kendinizi padişah mı sanıyorsunuz?’diyerek hem azarlayan hem de aşağılayan koskoca Sakıp Ağa’dan ‘vatan haini’ damgasını yemeyi kim göze alabilir, kim özelleştirmeye karşı çıkabilirdi ki!
Ama gelin görün ki, dört yıl gibi pek de uzun olmayan bir sürenin sonunda Türkiye’de durumlar çok değişmişti. Zorlamalarla, dayatmalarla özelleştirme uygulanmış, ama Türkiye bir türlü düze çıkamamıştı. Değil düze çıkmak,bunalımdan bunalıma yuvarlanmış, özelleştirmeyle hem elindeki ulusal serveti yitirmiş, hem de dış borçları altı kat artmıştı. Özelleştirme yoluyla Devlet’in yâni Türk Ulusu’nun mallarını ele geçiren yabancılar doymamışlar, özel kesimin kuruluşlarına da el uzatmışlardı.
Ve işte asıl gümbürtü o zaman koptu! 4 Nisan 2001 günü, Amerika’nın eski başkanı Baba Bush, yanında büyük bir işadamı kümesiyle İstanbul’a geldi. TÜSİAD’a üye işverenler tarafından gösterişli törenlerle karşılandı. Adamlar niyetlerini hiç saklamaya gerek duymadan açıkladılar, son bunalımın ardından batmanın eşiğine gelmiş özel kesim kuruluşlarını ucuza kapatmaya geldiklerini duyurdular. Ve henüz tam dibe vurmamışlarsa biraz bekleyeceklerini, ondan sonra gelip toplayacaklarını söylediler.
Onlar gittiler, ama bizim anlı şanlı işadamlarımızın bağrına ateş düşmüştü.
6 Nisan 2001 Cuma günü, TÜSİAD’ın ünlülerinden İnan Kıraç şöyle haykırıyordu:
‘ Zorluk içinde yüzlerce kuruluş var. Yabancılar gelip bütün kuruluşları ucuza alabilirler, hepimiz SATMAYACAĞIZ diye yemin etmeliyiz!”
Ne o yeminlerini tutabildiler, ne de yurdumuzun geri kalan önemli temel direklerinin korunması, savunulması için kıllarını kıpırdattılar. Tek yapabildikleri, yabancıların yanına her alanda her kuruluşta küçücük ortaklar, uşaklar olmaya sevinçle alkış tuttular, tutuyorlar.
Daha da acıklısı, Atatürk’ün ordusunun bile, haber kaynaklarının,her türlü yurt savunmasının, başta kendi canları, bu topraklarda yaşayanların bugünlerinin, geleceklerinin, canlarının tehlikeye atılmasına yol açacak Telekom gibi bir yaşamsal kurumun satılmasına ses çıkarmayışı! Sanki Amerikalı, Avrupalı generaller gelip omuzlarına binince çok insansever, demokrat, saygılı davranacakmış gibi!
Oysa Atamız, daha 16 Mart 1923’te saptamış hastalığın kaynağını:
“Güzel yurdumuzu yoksulluğa, ülkeyi yıkıntıya sürükleyen çeşitli nedenler arasında en güçlü ve önemlisi, tutumbilimsel (ekonomik) yaşamımızda bağımsız olmayışımızdır.”
AB köleliği uğruna onun resimlerini duvarlardan, simgelerden indirip silmeye çalışanlarla işimiz gerçekten zor!
Bakalım bir kez daha derlenip toparlanabilecek, bütün bu saldırıları, tuzakları aşıp Castro’lara, Chavez’lere benzer bir önder çıkarıp bağımsız, onurlu yaşamayı hak edebilecek miyiz?
Cumhuriyet, 13.11.2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder