“SATILIK VATAN”
Bu, Yılmaz Dikbaş’ın AsyaŞafak Yayınları’nca yeniden basılan kitabının adı.
Adından anlayacağınız gibi, Dikbaş burada, gerek yurdumuzda, gerek bütün öbür
sömürülen, çökertilip yutulmak istenen geri bıraktırılmış ülkelerdeki
küreselleşme, çağlaşma, özgür tecime açılma, özelleşme yalanlarını
irdelemiş.
İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Portekiz, İspanya, Yunanistan, Hollanda,
Danimarka gibi hani şu yana yakıla aralarına katılmaya çalıştığımız AB
ülkelerinde de; o ayrıcalıklılar içinde yer alması da gelişmiş, uygar Batı
ülkesi sayılan İsveç, Norveç ve Finlandiya’da; adaylığı onaylanmış Polonya,
Romanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Bulgaristan’da; ve şimdi hangi cin ya da
meleklerden esin aldıysa “beni de koynunuza alın soyguncalar” türküsü çağırmaya
başlayan Rusya’da; Güney Amerika’da, Asya’da, Afrika’daki belli başlı bütün
ülkelerde yürütülmüş özelleştirme-küreselleştirme girişimlerinin sonunda
oralarda yaşayan insanların acıklı durumlarının ayrıntılı sayılarla,
kıyaslamalarla, haritalarla gözler önüne sermiş.
Şimdi kısa bir alıntı:
“Sizler kendinizi padişah mı sanıyorsunuz?’diyerek hem azarlayan hem de
aşağılayan koskoca Sakıp Ağa’dan ‘vatan haini’ damgasını yemeyi kim göze
alabilir, kim özelleştirmeye karşı çıkabilirdi ki!
Ama gelin görün ki, dört yıl gibi pek de uzun olmayan bir sürenin sonunda
Türkiye’de durumlar çok değişmişti. Zorlamalarla, dayatmalarla özelleştirme
uygulanmış, ama Türkiye bir türlü düze çıkamamıştı. Değil düze çıkmak,bunalımdan
bunalıma yuvarlanmış, özelleştirmeyle hem elindeki ulusal serveti yitirmiş, hem
de dış borçları altı kat artmıştı. Özelleştirme yoluyla Devlet’in yâni Türk
Ulusu’nun mallarını ele geçiren yabancılar doymamışlar, özel kesimin
kuruluşlarına da el uzatmışlardı.
Ve işte asıl gümbürtü o zaman koptu! 4 Nisan 2001 günü, Amerika’nın eski
başkanı Baba Bush, yanında büyük bir işadamı kümesiyle İstanbul’a geldi.
TÜSİAD’a üye işverenler tarafından gösterişli törenlerle karşılandı. Adamlar
niyetlerini hiç saklamaya gerek duymadan açıkladılar, son bunalımın ardından
batmanın eşiğine gelmiş özel kesim kuruluşlarını ucuza kapatmaya geldiklerini
duyurdular. Ve henüz tam dibe vurmamışlarsa biraz bekleyeceklerini, ondan sonra
gelip toplayacaklarını söylediler.
Onlar gittiler, ama bizim anlı şanlı işadamlarımızın bağrına ateş
düşmüştü.
6 Nisan 2001 Cuma günü, TÜSİAD’ın ünlülerinden İnan Kıraç şöyle
haykırıyordu:
‘ Zorluk içinde yüzlerce kuruluş var. Yabancılar gelip bütün kuruluşları
ucuza alabilirler, hepimiz SATMAYACAĞIZ diye yemin etmeliyiz!”
Ne o yeminlerini tutabildiler, ne de yurdumuzun geri kalan önemli temel
direklerinin korunması, savunulması için kıllarını kıpırdattılar. Tek
yapabildikleri, yabancıların yanına her alanda her kuruluşta küçücük ortaklar,
uşaklar olmaya sevinçle alkış tuttular, tutuyorlar.
Daha da acıklısı, Atatürk’ün ordusunun bile, haber kaynaklarının,her türlü
yurt savunmasının, başta kendi canları, bu topraklarda yaşayanların
bugünlerinin, geleceklerinin, canlarının tehlikeye atılmasına yol açacak Telekom
gibi bir yaşamsal kurumun satılmasına ses çıkarmayışı! Sanki Amerikalı, Avrupalı
generaller gelip omuzlarına binince çok insansever, demokrat, saygılı
davranacakmış gibi!
Oysa Atamız, daha 16 Mart 1923’te saptamış hastalığın kaynağını:
“Güzel yurdumuzu yoksulluğa, ülkeyi yıkıntıya sürükleyen çeşitli nedenler
arasında en güçlü ve önemlisi, tutumbilimsel (ekonomik) yaşamımızda bağımsız
olmayışımızdır.”
AB köleliği uğruna onun resimlerini duvarlardan, simgelerden indirip silmeye
çalışanlarla işimiz gerçekten zor!
Bakalım bir kez daha derlenip toparlanabilecek, bütün bu saldırıları,
tuzakları aşıp Castro’lara, Chavez’lere benzer bir önder çıkarıp bağımsız,
onurlu yaşamayı hak edebilecek miyiz?
Cumhuriyet, 13.11.2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder