ÖZELEŞTİRİNİN GÜCÜ
Önce, Rebeca Chavez’in Fidel’li Anlar adlı filminden iki sahne:
Havana’da ünlü Devrim Alanı; hava kararmış; Fidel Castro, alanı dolduran bir
iki milyon insanın önünde kürsüye çıkmış, elindeki kâğıtları sallayarak:
“Bunlar, hani şu tutumbilimin (ekonominin) gizleri denebilecek şeyleri içeren
önemli bilgiler; bunları burada bütün dünyanın gözü kulağı önünde okuyup
açıklamam, alışılmış bakışla, Devlet gizlerinin açığa vurulması olarak
değerlendirilebilir; ve bize düşman olanlar bundan yarar sağlayabilir. Bunun
sonucunda yüzlerimiz kızarabilir. Ama eğer biz utancı yürekgücüne, daha iyisini
yapma çağrısına, aktöreye (ahlâka) dönüştürmeyi becerebiliyorsak, buyursun
gelsin utanç, başımızın üstünde yeri var.”
İkinci sahnede, televizyon alıcılarının karşısında, bir masada oturuyor;
Küba’nın güçlenmesi için tasarladıkları bir yılda 10 milyon ton şeker üretimi 8
milyonda kalmış; bunu başarısızlık sayıyor ve bütün inancı, bütün coşkusuyla
diyor ki:
“Saptanan 10 milyon tonluk hedefe ulaşamamanın kusuru halkta değildir; o,
bundan fazlasını bile yapacak güçte ve istekteydi; başarısızlığın sorumlusu biz
Devrim yöneticileriyiz, evet, biz Devrim yöneticileri başarısızlığa
uğradık.”
Sonra, ünlü savsözleriyle bitiriyor konuşmasını:
“Biz yeneceğiz! Zafere kadar durup dinlenmeden ileri!”
Bu dediğini, geçen gün sevgili Cüneyt Göksu’nun Latinbilgiden indirip
gönderdiği bir haber doğruluyordu:
“UNESCO’nun da doğruladığına göre, Küba, çocuklarına sahip çıkan; onları aç
ve açıkta yaşatmayan; büyükler bin bir sıkıntı içinde olsalar bile, hepsini en
güzel, en donanımlı okullara gönderen; en sağlam bilgilerle donatan ülkelerin
başında geliyor.”
Ve bunu hemen hemen Devrim’le yaşıt amansız,acımasız ABD kuşatmasına, boğma
girişimine karşın başarıyor.
Başka bir gazete haberinde de (üstelik bizim tartışmasız ABD hayranı, kölesi
basınımızda çıkan habere göre) gerek Küba, gerek onun paradan para kazanmayı
değil, halklarını insanca yaşatma ülküsünü benimseyen öbür Güney Amerika
ülkeleri, yerküreyi kasıp kavuran şu korkunç bunalıma karşın, tutumbilimsel
açıdan büyümeyi, gelişmeyi sürdürmüşler.
Nasıl oluyor peki bu? Yanıtı çok açık: halkın, emekçilerin yarattığı
artıdeğer, anamalcılığın pençesinde kıvranan ülkelerin tersine, soyguncuların
elinden kurtarılmış; dünyanın yaşanır kılınmasına yatırılmaya başlanmış.
Bütün bunlar, şu içinde kıvrandığımız sözümona demokrasiyle yönetilen
anamalcı zorbalıklarda yürürlükte olan teksesliliğin yerine, Venezüella’yı örnek
alacak olursak, Başkan Hugo Chavez’den başlayıp en sıradan ünsüz yurttaşa dek
uzanan bir eleştiri-özeleştiri zincirinin yarattığı güçle başarılıyor.
Venezüella’da, Küba’daki gibi toplumcu düzen bütünüyle egemen kılınamadığı
için, paranın değeri düşürüldükten sonra, varlıklarını sürdüren soyguncular
halkı bir kez daha acımasızca boğazlamasın diye, büyük mağazalardaki ürünlerin
ederlerinin bir gecede yükseltilip yükseltilmediğini denetleme görevi silahları
omuzlarında askerlere verilmiş.
Ülkemize gelecek olursak, ABD’nin, AB’nin, kısacası yerküreyi soyup soğana
çevirmeye alışmış olanların demokrasi, insan hakkı, hak hukuk diye diye Atatürk
Cumhuriyeti’nin bütün kurumlarına nasıl amansızca saldırdığını görüp
yaşıyorsunuz.
Bu demir kıskaçtan kurtulabilmemiz için, sivil asker, bütün okutulmuş halk
çocuklarının şu yalın soruyu yanıtlaması gerekiyor:
Anlık bireysel rahatlıklar, ayrıcalıklar uğruna bütün toplumun, dahası bütün
dünyanın göz göre göre yıkılıp gitmesine razı olacak mıyım?
Deniz bitti, masal gemisi battı; okuyamamış insanlara bunu sormaya hakkım
olamaz, ama sivil-asker bütün okumuşlar kendilerine büyük bir içtenlikle
toplumcu düzene geçmeye, ellerindeki olanakları bütün yurttaşlarıyla, bütün
dünya halklarıyla paylaşmaya, hem de seve seve paylaşmaya hazır mı?
İlk bakışta hemen hemen olanaksız gözüküyor bu soruyu Küba’daki, Güney
Amerika’daki gibi yanıtlamaları; ama son can çıkarılmadan umut kesemeyiz; bizim
görevimiz olacakmış gibi çağrıda bulunmayı sürdürmek.
Şunu bıkıp usanmadan vurgulamak da öyle: AKP’nin yerine CHP ya da MHP gelse,
yaşayacaklarımızda en küçük bir değişiklik olmaz, olamaz.
Anamalcı ülkelerdeki Amerikan düşü çoktan paramparça oldu; ayağını yeniden
yere basma, köklerini kuruttuğumuz Yerli Halklar gibi, tutumlu, sorumlu,
dayanışmalı yaşamayı yeniden öğrenme günü geldi çattı.
Ulus Gazetesi, 1 Şubat 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder