7 Ocak 2013 Pazartesi

ÖZELEŞTİRİNİN GÜCÜ

ÖZELEŞTİRİNİN GÜCÜ



Önce, Rebeca Chavez’in Fidel’li Anlar adlı filminden iki sahne:
Havana’da ünlü Devrim Alanı; hava kararmış; Fidel Castro, alanı dolduran bir iki milyon insanın önünde kürsüye çıkmış, elindeki kâğıtları sallayarak:
“Bunlar, hani şu tutumbilimin (ekonominin) gizleri denebilecek şeyleri içeren önemli bilgiler; bunları burada bütün dünyanın gözü kulağı önünde okuyup açıklamam, alışılmış bakışla, Devlet gizlerinin açığa vurulması olarak değerlendirilebilir; ve bize düşman olanlar bundan yarar sağlayabilir. Bunun sonucunda yüzlerimiz kızarabilir. Ama eğer biz utancı yürekgücüne, daha iyisini yapma çağrısına, aktöreye (ahlâka) dönüştürmeyi becerebiliyorsak, buyursun gelsin utanç, başımızın üstünde yeri var.”
İkinci sahnede, televizyon alıcılarının karşısında, bir masada oturuyor; Küba’nın güçlenmesi için tasarladıkları bir yılda 10 milyon ton şeker üretimi 8 milyonda kalmış; bunu başarısızlık sayıyor ve bütün inancı, bütün coşkusuyla diyor ki:
“Saptanan 10 milyon tonluk hedefe ulaşamamanın kusuru halkta değildir; o, bundan fazlasını bile yapacak güçte ve istekteydi; başarısızlığın sorumlusu biz Devrim yöneticileriyiz, evet, biz Devrim yöneticileri başarısızlığa uğradık.”
Sonra, ünlü savsözleriyle bitiriyor konuşmasını:
“Biz yeneceğiz! Zafere kadar durup dinlenmeden ileri!”
Bu dediğini, geçen gün sevgili Cüneyt Göksu’nun Latinbilgiden indirip gönderdiği bir haber doğruluyordu:
“UNESCO’nun da doğruladığına göre, Küba, çocuklarına sahip çıkan; onları aç ve açıkta yaşatmayan; büyükler bin bir sıkıntı içinde olsalar bile, hepsini en güzel, en donanımlı okullara gönderen; en sağlam bilgilerle donatan ülkelerin başında geliyor.”
Ve bunu hemen hemen Devrim’le yaşıt amansız,acımasız ABD kuşatmasına, boğma girişimine karşın başarıyor.
Başka bir gazete haberinde de (üstelik bizim tartışmasız ABD hayranı, kölesi basınımızda çıkan habere göre) gerek Küba, gerek onun paradan para kazanmayı değil, halklarını insanca yaşatma ülküsünü benimseyen öbür Güney Amerika ülkeleri, yerküreyi kasıp kavuran şu korkunç bunalıma karşın, tutumbilimsel açıdan büyümeyi, gelişmeyi sürdürmüşler.
Nasıl oluyor peki bu? Yanıtı çok açık: halkın, emekçilerin yarattığı artıdeğer, anamalcılığın pençesinde kıvranan ülkelerin tersine, soyguncuların elinden kurtarılmış; dünyanın yaşanır kılınmasına yatırılmaya başlanmış.
Bütün bunlar, şu içinde kıvrandığımız sözümona demokrasiyle yönetilen anamalcı zorbalıklarda yürürlükte olan teksesliliğin yerine, Venezüella’yı örnek alacak olursak, Başkan Hugo Chavez’den başlayıp en sıradan ünsüz yurttaşa dek uzanan bir eleştiri-özeleştiri zincirinin yarattığı güçle başarılıyor.
Venezüella’da, Küba’daki gibi toplumcu düzen bütünüyle egemen kılınamadığı için, paranın değeri düşürüldükten sonra, varlıklarını sürdüren soyguncular halkı bir kez daha acımasızca boğazlamasın diye, büyük mağazalardaki ürünlerin ederlerinin bir gecede yükseltilip yükseltilmediğini denetleme görevi silahları omuzlarında askerlere verilmiş.
Ülkemize gelecek olursak, ABD’nin, AB’nin, kısacası yerküreyi soyup soğana çevirmeye alışmış olanların demokrasi, insan hakkı, hak hukuk diye diye Atatürk Cumhuriyeti’nin bütün kurumlarına nasıl amansızca saldırdığını görüp yaşıyorsunuz.
Bu demir kıskaçtan kurtulabilmemiz için, sivil asker, bütün okutulmuş halk çocuklarının şu yalın soruyu yanıtlaması gerekiyor:
Anlık bireysel rahatlıklar, ayrıcalıklar uğruna bütün toplumun, dahası bütün dünyanın göz göre göre yıkılıp gitmesine razı olacak mıyım?
Deniz bitti, masal gemisi battı; okuyamamış insanlara bunu sormaya hakkım olamaz, ama sivil-asker bütün okumuşlar kendilerine büyük bir içtenlikle toplumcu düzene geçmeye, ellerindeki olanakları bütün yurttaşlarıyla, bütün dünya halklarıyla paylaşmaya, hem de seve seve paylaşmaya hazır mı?
İlk bakışta hemen hemen olanaksız gözüküyor bu soruyu Küba’daki, Güney Amerika’daki gibi yanıtlamaları; ama son can çıkarılmadan umut kesemeyiz; bizim görevimiz olacakmış gibi çağrıda bulunmayı sürdürmek.
Şunu bıkıp usanmadan vurgulamak da öyle: AKP’nin yerine CHP ya da MHP gelse, yaşayacaklarımızda en küçük bir değişiklik olmaz, olamaz.
Anamalcı ülkelerdeki Amerikan düşü çoktan paramparça oldu; ayağını yeniden yere basma, köklerini kuruttuğumuz Yerli Halklar gibi, tutumlu, sorumlu, dayanışmalı yaşamayı yeniden öğrenme günü geldi çattı.
Ulus Gazetesi, 1 Şubat 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder