Sevgili Ali Alkan İnal, adaşı Ali Berktay’ın yönetimindeki Yakın Tarihten Temel
Kaynaklar ve Belgeler dizisinde yayınlanmış Mithat
Cemal Kuntay’ın “Namık Kemâl” adlı kitabını gönderdi. 1956
yılında Maarif Basımevi’nce yayınlanmış kitabın bu tıpkıbasımı.2207 sayfalık bu
dev yapıt ciltli, karton kutu içinde.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde
yaşamış bu ünlü yurtsever aydın, bilindiği gibi, sonra Cumhuriyetimizi kuracak
olan Mustafa Kemâl’i düşünsel, duygusal açıdan etkilemiş kişilerden
biri.
Kuntay, onu elinin erdiği bütün
belge, mektup ve ilişkileriyle ele almış; yakın arkadaşlıkları, Avrupa yılları,
yazarlığı, sürgün günleri, kısacası her şey var bu yapıtta; yazışmalar,
duygusal-düşünsel kavgalar, insanca ilişkilerin en küçük ayrıntıları okurun gözü
önünde. Bu ayrıntı bolluğu arasından asıl büyük serüveni, ömrünü tamamlamış bir
yapının yerine yenisinin kuruluşunu bulup çıkarmak okura, araştırmacıya düşüyor
kuşkusuz.
Kitabın başına yazdığı önsözde Erol Şadi
Erdinç’in dediği gibi:
“Yeni Osmanlılar Hareketi’nden
başlayarak, Namık Kemâl, Ziya Paşa, Ali Süavi, Ebüzziya Tevfik gibi yayınları
ile fikri uyanışın öncülüğünü yapıp ‘hürriyet’ için savaşmış aydınların
tarihi” bir yapıt.
İş Bankası, gittikçe çıldıran, allak bullak
olan yurdumuzda, bütün dallarda üretimini sürdürüyor şükür; Ruken
Kızıler’in yönettiği Modern Klasikler Dizisi’ne, okul arkadaşım Yıldız
Ersoy Canpolat’ın Miguel de Unamuno’ dan çevirdiği “Üç Örnek
Öykü ve Bir Önsöz” eklenmiş.
Hoş rastlantı, Ali Alkan’ın
yönetimindeki Hasar Âli Yücel Klasikler dizisinde de yine Yıldız Ersoy
Canpolat’ın Lope de Vega’dan akdardığı “Olmedo
Şövalyesi” basılmış.
Unamuno, “Önsöz” adlı öyküsünün bir yerinde şöyle diyor:
“…
Bu öykülere örnek öyküler diyorum,
çünkü – dediğim gibi – örnek olarak veriyorum, yaşamdan örnek, gerçeklikten
örnek.
Gerçeklikten! Evet,
gerçeklikten!
Acı çekenler, yani savaşanlar – ya da
isterseniz kişiler diyelim – gerçektirler ve okurların kendilerine verdikleriyle
değil, doğrudan doğruya kendilerinin namusluca varolma ya da olmama konusundaki
içtenlikleriyle gerçektirler.
2
Yazın sanatında gerçekçilik denen
şeyden daha anlaşılmazı yoktur. Çünkü bu gerçekçiliğin gerçekliği
nedir?
Doğru olan şu ki, gerçekçilik denen,
tümüyle dışta olan, görünürde olan, kabuksal ve öyküsel olan şey, yazınsal
sanatla ilgilidir, şiirsel ya da yaratıcı sanatla ilgili değildir. Bir şiirde –
ve en iyi öyküler şiirlerdir -, bir yaratıda gerçeklik eleştirmenlerin
gerçekçilik dedikleriyle ilgili değildir. Bir yaratıda gerçeklik, içten,
yaratıcı, istençli bir gerçekliktir. Bir ozan yaratıklarını – canlı
yaratıklarını – gerçekçilik denen yollardan yaratmaz. Gerçekçilerin kişileri
genellikle iple oynatılan, göğüslerinde Maese Pedro’nun sokaklardan, alanlardan,
kahvelerden toplayıp defterine yazdığı tümceleri yineleyen bir gramofonla
dolaşan giyinik mankenlerdir.
Bir insanın içten gerçekliği, gerçek
gerçekliği, sonsuz gerçekliği, şiirsel ya da yaratıcı gerçekliği hangisidir? Bir
insan ister etten kemikten olsun, ister kurgu dediğimiz türden olsun, aynıdır.
Çünkü Don Quijote, Cervantes kadar gerçektir; Hamlet ya da Macbeth de
Shakespeare kadar gerçektir; benim Augusta Pérez’im de bana o sözleri söylemekte
belki haklıydı – romanım ( ne roman ama!Sis’e bakın, s,199-200) sizin
öykünüzün, başkalarının öykülerinin dünyaya gelmeleri için bir bahaneden başka
bir şey değildim ben.”
Evet, işte size kendinizle baş
başa kalmanızı, hem içinizdeki, hem dışınızdaki dünyayı düşünmenizi sağlayacak
üç yapıt.
Ulus Gazetesi,21 Şubat 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder