Beyoğlu’nda dolaşmaya 1955’te, üniversiteye
yazıldıktan sonra başladım; ilk sevdam elbette sinemaydı. Ama sinemalardan
birinde, Saray’da, filmlerin yanında zaman zaman caz ya da klasik müzik
dinletileri de oluyordu. Oraya girip çıkmaya başlayınca, günün birinde tam
karşısındaki Emlak Bankası’nın demirlerinde, banka kapandıktan sonra resimler
sıralanmaya başlandı. Gerçi az ilerde, soldaki Şehir Galerisi’ndeki sergilere de
gidiyordum elbet, ama böyle kaldırımda sergiyi ilk kez görüyordum, görüyordu
İstanbullular.
Meğer Ali Demir’miş bu sıra dışı
sergilerin yaratıcısı; ama doğrusu, o günlerde adına dikkat etmemiştim. Daha
kötüsü, Şehir Galerisi’ne de bir kez konuk olmuş, o zaman da.
Ancak o soyadına yüzde yüz uyan demir gibi
bir insanmış; yıllar içinde giriştiği savaşımı kazandı, kendini ve resimlerini
sokaktan kurtardı, tanınmış galerilere girdi, hepimize tanıttı adını.
Geçen gün, şimdi değişmez yuvasında, Doku
Sanat Galerisi’nde, kapağını resimlerinden birinin süslediği bir kitap armağan
etti: Ümit Sarıaslan’ın Kendinin Ustası Ali
Demir’i.
Meğer benim gibi onun da kökleri Selanik’e
uzanıyormuş; Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki değiş-tokuşta Kayseri’ye, Darsiyak köyüne yerleşen babası Derviş oğlu Haydar,
köyün kızlarından Binnaz’la evlenmiş. Ali onların ilk
çocuğu.
Kitabı alırsanız, Darsiyak’tan İstanbul’a,
Hollanda’ya, Almanya’ya uzanın çileli yolda Ali Demir’in hangi dağları
aşıp geldiğini, kişiliğini ve anlatımını nasıl oluşturduğunu okursunuz bir
solukta. Ben size yalnız kısa bir bölüm alacağım oradan, kişiliğini ve sanat
anlayışını özetleyen:
“Dünyanın geleceğini ulusumuzun ve
cumhuriyetimizin geleceğinde, onun varlık ve kalıcılığını dünyanın esenlik ve
rahatında arama eylemini bir ütopya, bir düş olarak görmüyorsak; bu tür bir
kavrayışın yaşamsallığına inanıyorsak, hemen şimdi, sanatın ve sanatçının
aydınlığında bir araya gelmek, eğriyi doğrudan, yalanı dolandan ayırt etme
zamanıdır!
Bu bağlamda bizim olan, bizi bizim
kumaşımızın atkı ve çözgüsünde anlatan sanatı da öngörüp üretme işini
başkalarına bırakmadan!...Öyle bir buradalık ki, rengi ve şavkı dünyanın gözün
alsın; bizi, bizimle, bizden yansıyanla, bizim olanla, bizi anlatıp kuranla
görsün dünya insanlığı…Yer altı ve yerüstü zenginliklerimizi, insan
kaynaklarımızı gelecek kuşakların hakkını ve hukukunu gözeterek nasıl
yurtseverce, insanlık ülküsüyle, yurttaşlık sorumluluğuyla değerlendirmek
zorunda isek, sanatı ve sanatla gelecek aydınlığı da aynı sorumluluk duygusu ve
titizliğiyle değerlendirmek zorundayız. Başka türlüsü, kendimizi kandırmak
olur.”
Sevgili Ali Demir’in bu özlemi,
gittik, kendi gözcümüzle gördük, Küba’da gerçekleştirilmiş: müzikçiler de,
ressamlar da evrensel potaya kendi renklerini, seslerini katmışlar, oluşan bin
bir renkli ezgileri, kumaşları, resimleri günlük yaşamlarının her yerine, her
ânına sermişler.
Hadi orada, insanlığın en şaşkın, en kıyıcı
şımarık çocukları ABD’lilerin uyguladıkları 50 yıllık acımasız kuşatmaya karşın
toplumcu düzen kurulmuş, tıkır tıkır işliyor, hem de Amerikan ambargosuna bin
katını ekleyen korkunç kasırgalara karşın.
Ama bilgisayara zaman zaman Afrika
sanatından örnekler geliyor; elimizde olanak bulunsaydı da, onlardan bir ikisini
renkli olarak buraya koyabilseydim: Afrikalı kadın-erkek kardeşlerimizin kimseye
özenmeyen, özgün, çarpıcı, insanı havalara uçuran resimlerini
görebilseydiniz.
Bu örneklere de bakınca, Ali
Demir’in, 1939 Nisan’ından beri Batı, özellikle ABD hayranlığıyla
yaşatılmaya çalışılan ülkemdeki değeri çok daha büyüyor. Anlayana
elbet!
Sevgili Ali Demir Doku Sanat
Galeresi’nin kalıcı ressamları arasında; her yıl hem Ankara’da, hem İstanbul’da
sergi açıyor; Ankaralı sanatsever okurlar bu galeriye gidip onun Anadolu
insanını, Atatürk ve devrimleri sevgisini yansıtan yapıtlarını
kucaklayabilirler.
Ulus Gazetesi, 7 Mart 2011
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder