MUTAFA KEMÂL GİBİ DÜŞÜNMEK
“Norveç dilinde, Mustafa Kemâl gibi düşünmek, diye bir deyim vardır. Herhangi
bir sorun karşısında, çözümü olanaksız diye teslim olma eğilimi gösteren, ne
yapıp edip bir çözüm bulmak istemeyen ruh ve kafa tembeli kişilere söylenir. Bu
gibi insanlara hemen: ‘Hayır, yanılıyorsun, bu sorunun mutlaka bir çözümü
vardır, Mustafa Kemâl gibi düşün lütfen’ deriz. Bu akşamki konuşmanızdan sonra,
bu sözün anlamını çok daha derinden kavradım; o güzel fotoğraflar eşliğinde
yaptığınız söyleşi bana bu yaşımda bir şey daha öğretti; anadilim Norveççe’ye
yerleşmiş bu deyimin gerçek ve derin anlamını gördüm! Size gönül borcum
büyük.”
Genç bir Türk işadamının, Utku Oğuz’un 18 Mayıs 2002’de İtalya’nın Perrugia
kentinde yaptığı konuşmanın ardından yaşlı bir Norveçli söylemiş bunları;
Müdafaa-i Hukuk’un Kasım sayısından ödünç aldım.
Bana benzeyen Anadolu insanları bunu doğumlarından beri bilir, ama şu Batılı
dediğimiz dünya yurttaşlarına, bunların özellikle de sömürgeci bir geçmişe
dayananlarına bir türlü anlatılamaz. Norveçli, böyle lekeli bir geçmişin ürünü
olmadığı için besbelli, görebilmiş, dahası dile getirebilmiş.
O güzel insanın saptaması çok doğru: Mustafa Kemâl, yalnız çözümsüz gözüken
sorunlar karşısında daha başından pes etmemeyi değil, yaşamın tümünü görüp
gösteren ender insanlardan biri.
Benim Molière’den ödün aldığım “Yemek için yaşamak değil, yaşamak için yemek”
ilkesini bulup uygulayanların başında geliyor.
Bunu hem anasından babasından aldığı kalıtla bildiği, hem eğitimle unutmadığı
için, başka kendisi, canlı cansız bütün varlık biçimlerini sevip sayıyor,
kolluyor.
Bu satırları okurken azıcık düşünürseniz, insanlık tarihinde böyle bir önder,
böyle bir kahraman komutan, böyle bir fatih bulamazsınız.
Fakir Baykurt’un deyişiyle göğsü acımalı kalabildiği için, 30 Ağustos’ta,
yurdumuzu bize armağan etmek üzere şehit düşmüş askerlerimizle şapşal Yunan
çocuklarının ölülerine bakıp: “insanlık bu görünüm karşısında utanmalıdır”
diyebilmiştir.
Altın değerindeki sözleri arasında, bize hedef gösterdiği “çağdaş uygarlık”
giden yolun temel taşlarından birini dile getiren şunu anımsayacaksınız:
“Kadınlarını okutup eğitmeyen toplum, erkeklerini düşünsel-duygusal yalnızlık
cezasına çarptırır.”
Ah canım, gülüm! Kim bilir nasıl içi yanarak söylemiştir bunu!
Avrupa Birliği ile kötülüğün gerisindeki ABD’nin önünde yerlerde sürünen,
gözyaşları içinde yalvaran, bir dolar için bin takla atan şimdiki
yöneticilerimizi görse ne yapardı acaba?
Günün birinde şimdi estirilen, ortalığı toza dumanı boğan “küreselleşme”
fırtınası dindiğinde, sağ kalan insanlar, “gerçek uygarlığı” yürürlüğe
koyabilmek için, daha başka sevgili-saygılı çocuklarının yanında, mutlaka
Atatürk’e de yeniden kulak vermek zorunda kalacaklar.
Hani özü sözü bir olmak diye bir deyimimiz var ya, Mustafa Kemâl Atatürk’ün
özü sözü-gözü bir işte: bu üçünde de en küçük bir yalan, kandırmaca yok; insan
kanı canıyla sanal bir erk elde etme hastalığının kırıntısı yok bu benzersiz
varlıkta; imece ve bilim yoluyla dünyaya cennete çevirme, sonra insan
kardeşleriyle el ele tutuşup halay çekme özlemi, kararı var.
Batı’dan esen yalan rüzgârlarının kaldırdığı kapkara dumanlar arasında,
birçok uygarlığın kalıtı üzerinde oturan Anadolu insanı da bunu unutmuş
gözüküyor.
Usanmaz bir Nasreddin Hoca torunu olarak, “son can çıkarılmadan umut
kesemeyiz” diyorum, Norveçli Amca’nın öğüdünü tutarak.
Cumhuriyet, 4.12.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder