MİLOŞ FORMAN’IN GOYA’SI
Film adını hak eden film görmeyeli kaç ay oldu acaba? O yüzden, Alkazar’ın
girişinde Miloş Forman’ın adını görünce ağzımız açık kaldı Nilgün’le; içimizde
gizli de bir korku: acaba serbest piyasa, Hollywood bu yeteneği de sulandırıp
eritti daha önce birçoğuna yaptığı gibi?
Başaramamış şükür, Miloş, bugüne dek bir sürü nitelikli filmde adını
alkışladığımız öykü yazarı Jean-Claude Carrière’le el ele kusursuz bir
çekimöyküsü yazmış önce; ne kadar usta bir anlatımcı olduğunu zaten
biliyorsunuz.
Fransız Devrimi’nden hemen sonra, Madrid’teyiz; ilk görüntülerde, Goya’nın
siyah-beyaz baskı resimleri dolaşıyor elden ele; Kutsal Din Mahkemesi’nin yargıç
papazları bunlar. Hemen hepsi bu resimlerde dine saldırıldığını, düpedüz
şeytanın övüldüğünü söylüyorlar faltaşı gözlerle. Filmin başkişisi olacak
Lorenzo ise, bunların şeytanı övmediğini, tam tersine iblisin tanınması için yol
gösterdiğini söyleyerek Goya’yı kurtarıyor; meğer ona resmini yaptırıyormuş.
Büyük Usta, aynı günlerde varlıklı bir işadamının güzel kızının da, İspanya
Kraliçesi’nin de resmini yapıyor. Lorenzo’nun gönüllü olarak yöneticiliğini
üstlendiği Katolik kurallarının uygulanmasını denetleme kurulu, sudan bir
bahaneyle bu güzel kızı zindana atıyor; ve Lorenzo Efendi, yarı süzgün
gözleriyle kıza günah çıkartmaya gelip altına alıveriyor.
Tarih kitaplarında hemen hepimizin okuduğu korkunç işkencelerle kızdan gizli
Yahudi olduğu, o dinin törenlerini uyguladığı itirafı alınmış, kurtulması hemen
hemen olanaksız. Kızın çaresiz babası Goya’ya gelip bir kasa altın da
bağışlayarak kızını kurtarması için kendisini Lorenzo’yla görüştürmesini
istiyor. Ve filmde göreceğiniz bir kurnazlıkla rahipten aslında kiliseyi
çökertmek üzere dinadamı olduğunu, Darwin’in kuramı uyarınca maymundan
geldiğimize inandığını dile getiren bir itiraf alıyor; alıyor da, bu belge
kızının kurtulmasına yetmiyor, çünkü onu okuyan Kral Kutsal Din Mahkemesi’nden
kızı çekip almasına kalmadan, Fransa Kralı, akrabası XIV. Louis’nin kafası
uçuruluyor; Forman-Carrière ikilisi tarihi, eytişimi kusursuz bildikleri için,
Lorenzo’yu bu kez Napolyon’un ordusuyla İspanya’ya geri getiriyorlar.
Günümüzde de hem siyasal partilerde, hem gazetelerde, üniversitelerde bol bol
gördüğümüz fırıldaklara çok çarpıcı bir örnek.
Fransız Devrimi’nin ardından insan hakları, özgürlük, eşitlik, kardeşlik
gözde olmuş ya, Kutsal Din Mahkemesi kapatılıyor, zindandakiler bırakılıyor;
bizim kız yarı deli çıkıyor çıkmasına, ama ne evi kalmış, ne ailesi. O da gelip
Goya’ya sığınıyor.
Bu sığınmanın ardından yaşanacakları filmde göreceksiniz; Lorenzo’nun başında
bulunduğu Halk Mahkemesi bu kez Kutsal Din Mahkemesi yargıçlarını yargılayıp
ölüm cezasına çarptırıyor.
Ama insanlık tarihi diye yüzyıllardır hepimize okutulan egemenler (?)
arasındaki kapışma sürüyor elbet; İspanya’yı kurtarmaya gelmiş Fransızlardan da
İngilizler kurtarıyor İspanyolları. Yakılan yıkılan evler. Darmadağın edilen
halk pazarları arasında, sarayların balkonlarında yeni krallar kraliçeler
beliriyor.
Filmin sonunda, bir alanda toplanmış hem yeni krallarını alkışlayan, hem o
günkü şeytan’ın işkenceyle öldürülüşü izleyen halk, sonunda anamalcı
küreselleşmeye yol açmış ataerkil düzensizliğin hepimizi aslında hangi cehennem
kazanında kaynattığını açıkça gösteriyor.
Atatürk’ün tasarladığı, ama ömrü yetmediği için yürürlüğe koyamadığı, şimdi
Küba’da Fidel Castro ile gönüldeşlerinin başarıyla uyguladıkları eğitim birliği
sağlanmadan; diyelim ki bizim gibi Cumhuriyetle yönetilecekseniz, o Cumhuriyeti
koruyup kollayacak gerçekten bilinçli yurttaşlar yetiştirmeden ağızlarda
dolaştırılan özgürlük. bağımsızlık., insan hakları gibi sözlerin aslında
yığınları çok daha amansızca köle yapmaya yaradığını kusursuz biçimde gösteriyor
Miloş Forman-Jean-Claude Carrière ikilisi.
Yürekten alkış! Ama hemen koşun Alkazar’a, bu başyapıt bir haftadan fazla
gösterilmeyebilir.
Cumhuriyet, 19 Eylül 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder