KARŞIDEVRİMİN KÖŞETAŞLARI
Doğanın, evrenin temel işleyiş yasasını biliyorsunuz: birimler, halkalar
sürekli birbirine ekleniyor. Başka bir deyişle hiçbir şey yoktan varolmuyor,
varken yokolmuyor.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın külleri üzerinde, Atatürk Devrimleri ile
kuruldu; elbet bu devrimin karşıtları da vardı, hem de Mustafa Kemâl’in en yakın
arkadaşları arasında. Bunlardan İsmet Paşa, Anadolu’ya geçip Kurtuluş Savaşı’na
katılmazdan önce, daha 1919’da, Kâzım Karabekir’e şunları yazıyor:
“Kardeşim Kâzımcığım,
…
Anadolu’da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zeminde, Amerikan
milletine müracaat edilse, pek ziyade faydası olacaktır, deniyor ki ben de
tamamiyle bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalamadan Amerika’nın murakabesine
tevdi etmek yaşayabilmek için yegâne ehven çare gibidir…”
Seslendiği Kâzım Karabekir, yanına başka “Gönüllü Devşirmeler”i, Rafet Bele,
Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay’ı alarak, 17 Kasım 1924’te, adı bile her şeyi
anlatan Terakkiperver (?) Cumhuriyet Fırkası’nın izlencesinde bakın neler
var:
“Parti, limanlara giriş çıkışta alınan gereksiz gümrük vergilerinin derhal
kaldırılmasını savunur. İç ve dış transit ticaretin gelişmesini önleyen bütün
kısıtlama ve engeller kaldırılacaktır. Ulusal sanayinin korunması için konan
kısıtlamalar kaldırılacak, ithalattan alınan gümrük vergileri azaltılacaktır.
Ekonomiyi yeniden kurma zorunluluğu dolayısıyla ‘yabancı sermaye’nin güveni
kazanılmaya çalışılacaktır. Her türlü tekelin, bu arada devlet tekellerinin
çoğalması önlenecektir. Merkezi yönetim yerine yerel yönetimler geliştirilecek,
ülkede ‘liberalizm uygulanacak, devlet küçültülecektir’. Halkın dini inançlarına
saygı gösterilecektir.”
Aynı Rauf Orbay, yine 1924’te, TBMM’de şunu ilân etmekten çekinmez:
“Devrimler bitmiştir. Bu, Devrim sözünü sevmeyen sermayeyi ürkütmektedir.”
İMF, Dünya Bankası, AB dayatmaları için daha 1924’te kucak açılmamış mı?
Bütün bunlara ancak 15 yıl dayanabilmiş Ulu Önder’in ölümünden sonra artık
meydan boştur. Nitekim, daha 1939 Nisan’ında, Milli Şef, ABD ile ilk ikili
anlaşmayı imzalar.
Sonraki yasal hazırlıkları da ona yaptırır Lozan’da “gün gelecek şimdi
aldıklarınızın hepsini teker teker geri alacağız” diyenler:
- 24 Ekim 1945’te kurulan BM katılır.
- 14 Şubat 1947’de Dünya Bankası’na girer.
- 11 Mart 1947’de İMF’yi kabul eder.
- 22 Nisan 1947’de Truman Doktrini’ni benimser.
- 4 Temmuz 1948’de Marshal Yardımı’nı kabul eder.
Hey gidi hey! AB, bize boşu boşuna para vermez, kim bilir arkasından neler
isteyip yapacak? diyerek 350 000 Avrupa lirasını geri çeviren Rize köylüleri!
Ankara’daki yönetimin başına bu görüşte birini getiremediniz ne yazık ki!
Şimdi başımıza bütün çorapları örenlerin önünde gelen şu ünlü NATO’ya giriş
başvurusunu da 4 Mayıs 1950’de yine Milli Şef yapmış, yürürlüğe koyma DP’ye
kalmış.
23 Şubat 1945’te, ABD ile bir anlaşma daha imzalamış: “T.C. Hükümeti,
kendisinden beklenen hizmetleri, kolaylıkları ABD’ne temin edecektir.”
Bu “Karşılıklı Yardım(?) Antlaşması”nın 5. maddesi de şöyle diyor: Türkiye,
parasını ödemiş olsa bile, ABD Başkanı gerekli gördüğünde, aldığı malzemeyi geri
vermeyi kabul etmiştir.”
27 Aralık 1949’da, ABD-Türk Eğitim Yarkurulu oluşturuluyor; Yarkurul’un
başkanı Amerikan Büyükelçisi; 4 Türk, 4 Amerikalı üyesi var, oylar eşit çıkarsa,
kararı Yarkurul Başkanı verecek. Peki bu Yarkurul’un aldığı ilk temel
kararlardan biri ne acaba? Köy Enstitüleri ile Halkevleri’nin kapatılması!
Daha öncesini bırakın, 1492’den beri bütün dünyayı amansızca, acımasızca
sömüren Batılı ülkeler insana “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” getirir mi?
Cumhuriyet, 07.10.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder