“GÜLYÜZLÜM MERHABA”
Tanıyanlar anımsıyordur, bu güzel sesleniş sevgili Nejat Birdoğan’ındı; ne
zaman karşılaşsak ya da telefon etsem, sımsıcak işte bu kucaklama karşılardı
beni.
Derken, yoruldu, yıldızlara arasına döndü. Sağolsunlar, başta eşi Şûle
Birdoğan, bütün sevenleri, Esat Korkmaz’ın kılavuzluğunda, can dostumuza bir anı
kitabı hazırlamışlar:
Güzyüzlüm Merhaba. Kitabı, Alev yayınları basmış.
Ortak dostumuz Ali Balkız, “Alevilerin Galilesi” başlıklı yazısında bakın
nasıl anlatıyor o bilge insanı:
“On beş yıl önce Ankara’da, Kardelen diye bir içkievi vardı. Behçet’ten,
Atabaş’a, Telli’den Aziz Nesin’e, Çerkez’den Taşpınar’a, Duran Karaca’dan Savaş
Yurttaş’a, Nehar Tüblek’ten Semih Balcıoğlu’na, Selda Bağcan’dan Nida Tüfekçi’ye
Türkiyeli, kimi zaman Avrupalı yazar, şair, ressam, oyuncu, müzisyenlerin uğrak
yeriydi. Hafif sigara dumanı altında şen kahkahalar arasında şiir okur, fıkra
anlatır, edebiyat tartışır, akıllarına geldikçe içerlerdi.
11 Aralık 1992 Pazar günü Kardelen ayrıksı bir akşam yaşıyordu. Bir güzel
adam gülen gözleriyle şiir okuyordu. Masadakiler can kulağı ile dinliyordu.
Büyüdükçe büyüdü masa, genişledikçe genişledi.Herkes susmuştu. Bilmeyenler
sordular.’Kim bu derya adam yahu?’ Bilenler yanıtladılar: ‘Âşık Cevri’.
‘Haa…öyle mi? Duymamıştık da.’ ‘Peki, Nejat Birdoğan adını da duymadınız mı?’
‘Duymaz olur muyuz?... O bu mu?... Bu gece sabah olmaz…’
Gerçekten sabah olmadı. Ne gazel anlatıyordu.Sesi bir inip bir çıkıyor,
yüzündeki kaslar bir gerilip bir rahatlıyordu. Gözleri hep gülüyor, elleri hep
dokunuyor, coştukça coşuyordu. Masaya yeni eklenenlerle tanışmak için ayağa
kalkıyor, ceketini ilikliyor, saygıyla selamlıyor, sevgiyle oturuyordu. Bu
nezaketi ne İngiliz ne de Fransız centilmenlerinden almıştı. O Anadolu’da
yetişmiş bir çelebiydi.”
Anadolu halkının Şaman geleneklerine bağlı kalmış, onları daha da geliştirmiş
güzelim gerçekten uygar insanlarından biriydi Nejat Birdoğan; ben öteden beri
düşünürüm, insanlık ataerkil-anamalcı düzensizlikten kurtulup kalıcı olarak
uygarlaşmak istiyorsa, ışığı, Alevilerin getirdiği yerden öteye taşımak
zorundadır.
Kitabın sonuna, sevgili Bir-Doğan’ın gömütüne işlenmiş bir deyişine almışlar:
Tecelli Gününde.
Tecelli gününde, cem meydanında / Dönmem deyip pir eteğin tutan var. / Bin
parça görünen Bir’in şanında / Dünya malın değer değmez satan var.
Ferhat dağı deldi Şirin elinden / Gerçeğe varılır pirin elinden / Gülistan
içinde harın elinden / Değirmen kurup da dert öğüten var.
Kün emrini verip üryan eyleyen / Dönüp kendi kendin seyran eyleyen / Cemale
cemali hayran eyleyen / Ak devede kendini yük tutan var.
Sadık olan bulur dost harabını/ Yeter ki doldursun gönül kabını / Vuslat
mezesiyle şarabını / Hü çekip de yudum yudum yutan var.
Gökyüzünde bulut mudur, kuş mudur? / Bakın, dostun hatırcığı hoş mudur?
/Sorar isen gönül evi boş mudur? /Cevri derler bir köşede yatan var.
Biliyorsunuz, Eflâtun’dan bu yana, yalnız düşünlerin ölümsüz olduğuna inanır
insanlar; bugün de, insan kardeşlerinin iyiliğini, mutluluğunu, esenliğini
isteyenler arasından bir Kübalı, Fidel Castro, belki uzayda dolaşan bilgelikten
pay aldığı için, dünyamızı kasıp kavuran soygunculara, talancılara, yıkıcılara
karşı, “ellerindeki silahlar ne denli gelişmiş, hünerli olursa olsun, düşünlerin
onlardan çok daha önemli ve etkili olduğu konusundaki köklü inancımız
sarsılmadan sürüyor” diyebilmektedir.
O yüzden, bütün inancımla, sevgimle Halk Âşığı Cevri’ye Ruhi Su sesiyle,
Gülyüzlüm, Merhaba!
Cumhuriyet, 05.09. 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder