7 Ocak 2013 Pazartesi

“AMERİKAPERESTLER”

Goethe, "en zor şeyin gözümüzün önünde duranı görmek” olduğunu söylemişti ya; Erol Bilbilik, ömrünü bu zoru işe adayanlardan. Destek yayınlarının bastığı son çalışması Amerikaperestler’de bu çetin görevi sabırla sürdürüyor.
Kitapta, adından da anlaşılacağı üzere, sanki bu topraklarda ezilenlerin ilk kurtuluş savaşı verilmemiş, Mustafa Kemâl Atatürk diye bütün insanlık için önemli bir varlık hiç yaşamış gibi, hem kendi bireysel çıkarlarını, hem bir bakıma kendileriyle özdeş saydıkları ülkenin geleceğini Batı’da, özellikle de onun 1900’lardan beri yeryüzündeki temsilcisi, sözcüsü saydıkları ABD’de görenler, üstelik kendi yazıp söyledikleriyle bir daha anımsatılıyor. Ele alınan 30 kişiden yalnız ikisini ansak yeter kanısındayım.
İlkin, Cengiz Çandar’ın göğsünü gere gere yazıp söylediklerinden kısa örnekleri anımsayalım; Sabah gazetesinde, 18 Haziran 2000’de bakın neler söylemiş:
“Hangi Amerika? Amerika’yı doğru görmesini bilenler, ‘birden fazla Amerika’ olduğunu bilirler.Beyaz Saray, onun ayrılmaz parçası Başkan’ın danışmanlar ekibinden oluşan Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri, CİA, yerine göre Ticaret Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, bu arada Kongre…
Bütün bunlar, kimi durumlarda aynı konuda pekâla farklı eğilimler ortaya koyan iktidar odaklarıdır. Bunlar dahi yetmez. ‘Corporeta Amerika’ adı verilen ‘şirketler Amerikası’, yani büyük sermayenin Amerikası da Amerikan politikasının belirlenmesi ve biçimlendirilmesinde gözle görülmez ama büyük ağırlık sahibidir. Ancak, bunun içinde de dış politika alanında sektörel çelişkiler ve ayrılıklar yansıyabilir. Bir de bunlara bir sürü thin-thank’i ve düşünce adamını ekleyin… Hangi Amerika? Hangisi Amerika?”
Can alıcı başka bir konuda da görüşleri çok açık Çandar’ın:
“Kürtler olmadan olmaz. (…) Hemen akla gelen üç soru: Hükümet, Iraklılar istemese de Irak’a asker gönderme kararı mı aldı? Türkiye, Irak’ın geçici hükümetini – yarın Amerika istese bile – tanımayacak mı? Bir Kürt’ün Irak Dışişleri Bakanı olmasını, yani Irak Kürtlerinin Bağdat üzerinden dünya açılmalarını kabul etmeyecek mi?
Şunu bir kenara yazın: Türkiye’nin Irak’ta nüfuz sahibi olabilmesi için Amerika ile işbirliği içinde olması yetmez, Kürtlerle işbirliği şarttır.”
Gelelim ikinci Batı, Amerika hayranına: Mehmet Ali Birand. Bakın o da, 19 Mart 2008 tarihli Posta’da sevinçle şöyle demiş:
“Paul Wolfowitz bizi o kadar severdi ki, 6 Mayıs 2003’te kendisiyle mülakat yapan Türk gazetecileri Mehmet Ali Birand ile Cengiz Çandar’a bu sevgisi, bizi ‘uşak’ olarak görmek istediğini ortaya koyan aşağıdaki sözlerle ifade etmişti:
“(ABD-Türkiye ilişkilerinde) Yeni bir sayfa açacaksak, yeni bir geleceğe sahip olacaksak, şöyle bir Türkiye olmalı: Her şeye, Kuzey Irak’ta olan her şeye şüpheyle yaklaşacağına; Amerikalıların ne istediğini umursamayız diyeceğine; İran ve Suriye ile ne problemler varsa, ‘Onlar bizim komşumuz’ demeyen bir Türkiye olmalı…Şöyle bir Türkiye olmalı…’Evet biz hata yaptık’ demeli: Irak’taki olaylara daha duyarlı davranmalıydık, bilmedik., ama artık biliyoruz. Nerede ne kadar yardımcı olabiliyorsak, o kadar yardımcı olmalıyız Amerikalılara’ demeli. Çünkü bu, Türkiye’nin çıkarları için de çok önemli.”
19 Mayıs 2003 tarihli Radikal gazetesinde, Neşe Düzel’e söyledikleri çok açık seçik:
“ Amerika en çok askerlere kızgın. ABD, orduya ‘bundan sonra bana gelme’ mesajı veriyor. Pentagon-TSK ilişkisi eski gibi iç içe olmayacak (…)Pentagon’da, Beyaz Saray’da Türkiye ile ilgili çok ağır sözler söyleniyor (…) Grossman, ‘Bizde hiçbir yetkili kişisel görüşünü söylemez. Wolfowitz’i dikkate almalısınız. Türk-Amerikan ilişkilerinde hiçbir şey olmamış gibi hareket edemeyiz’, dedi.”
Kitabı alıp okursanız, bu iki örnek kadar yakından tanıdığınız insanlardan daha ne çarpıcı sözleri yeniden okursunuz.
Ama aslında, ele alınan bu insanlar da ikinci elden sorumlu; onlar yalnızca bunları söylemekle yükümlü sıradan varlıklar; bildiğiniz gibi, gerçek sorumlular, ulusu, bağımsızlığı çoktan unutmuş, uluslar arası anamalcılarla ortaklık kuruyorum diyerek seve seve kendilerini de, ülkemizi de en korkunç boyunduruk altına sokan parababaları, anaları ve dışarıdaki buyurucularla birlikte Atamızın ölümünden beri seçtirip başımıza oturttukları siyasetçiler.
Oysa hep söylüyorum, bu tam anlamıyla küresel harakiridir; bakalım bütün dünyanın ezilen yığınları ne zaman uyanıp bu korkunç gidişe dur diyebilecek?
Cumhuriyet, 09.11.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder