Goethe, "en zor şeyin gözümüzün önünde duranı görmek” olduğunu söylemişti ya;
Erol Bilbilik, ömrünü bu zoru işe adayanlardan. Destek yayınlarının bastığı son
çalışması Amerikaperestler’de bu çetin görevi sabırla sürdürüyor.
Kitapta, adından da anlaşılacağı üzere, sanki bu topraklarda ezilenlerin ilk
kurtuluş savaşı verilmemiş, Mustafa Kemâl Atatürk diye bütün insanlık için
önemli bir varlık hiç yaşamış gibi, hem kendi bireysel çıkarlarını, hem bir
bakıma kendileriyle özdeş saydıkları ülkenin geleceğini Batı’da, özellikle de
onun 1900’lardan beri yeryüzündeki temsilcisi, sözcüsü saydıkları ABD’de
görenler, üstelik kendi yazıp söyledikleriyle bir daha anımsatılıyor. Ele alınan
30 kişiden yalnız ikisini ansak yeter kanısındayım.
İlkin, Cengiz Çandar’ın göğsünü gere gere yazıp söylediklerinden kısa
örnekleri anımsayalım; Sabah gazetesinde, 18 Haziran 2000’de bakın neler
söylemiş:
“Hangi Amerika? Amerika’yı doğru görmesini bilenler, ‘birden fazla Amerika’
olduğunu bilirler.Beyaz Saray, onun ayrılmaz parçası Başkan’ın danışmanlar
ekibinden oluşan Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri, CİA, yerine göre Ticaret
Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, bu arada Kongre…
Bütün bunlar, kimi durumlarda aynı konuda pekâla farklı eğilimler ortaya
koyan iktidar odaklarıdır. Bunlar dahi yetmez. ‘Corporeta Amerika’ adı verilen
‘şirketler Amerikası’, yani büyük sermayenin Amerikası da Amerikan politikasının
belirlenmesi ve biçimlendirilmesinde gözle görülmez ama büyük ağırlık sahibidir.
Ancak, bunun içinde de dış politika alanında sektörel çelişkiler ve ayrılıklar
yansıyabilir. Bir de bunlara bir sürü thin-thank’i ve düşünce adamını ekleyin…
Hangi Amerika? Hangisi Amerika?”
Can alıcı başka bir konuda da görüşleri çok açık Çandar’ın:
“Kürtler olmadan olmaz. (…) Hemen akla gelen üç soru: Hükümet, Iraklılar
istemese de Irak’a asker gönderme kararı mı aldı? Türkiye, Irak’ın geçici
hükümetini – yarın Amerika istese bile – tanımayacak mı? Bir Kürt’ün Irak
Dışişleri Bakanı olmasını, yani Irak Kürtlerinin Bağdat üzerinden dünya
açılmalarını kabul etmeyecek mi?
Şunu bir kenara yazın: Türkiye’nin Irak’ta nüfuz sahibi olabilmesi için
Amerika ile işbirliği içinde olması yetmez, Kürtlerle işbirliği şarttır.”
Gelelim ikinci Batı, Amerika hayranına: Mehmet Ali Birand. Bakın o da, 19
Mart 2008 tarihli Posta’da sevinçle şöyle demiş:
“Paul Wolfowitz bizi o kadar severdi ki, 6 Mayıs 2003’te kendisiyle mülakat
yapan Türk gazetecileri Mehmet Ali Birand ile Cengiz Çandar’a bu sevgisi, bizi
‘uşak’ olarak görmek istediğini ortaya koyan aşağıdaki sözlerle ifade
etmişti:
“(ABD-Türkiye ilişkilerinde) Yeni bir sayfa açacaksak, yeni bir geleceğe
sahip olacaksak, şöyle bir Türkiye olmalı: Her şeye, Kuzey Irak’ta olan her şeye
şüpheyle yaklaşacağına; Amerikalıların ne istediğini umursamayız diyeceğine;
İran ve Suriye ile ne problemler varsa, ‘Onlar bizim komşumuz’ demeyen bir
Türkiye olmalı…Şöyle bir Türkiye olmalı…’Evet biz hata yaptık’ demeli: Irak’taki
olaylara daha duyarlı davranmalıydık, bilmedik., ama artık biliyoruz. Nerede ne
kadar yardımcı olabiliyorsak, o kadar yardımcı olmalıyız Amerikalılara’ demeli.
Çünkü bu, Türkiye’nin çıkarları için de çok önemli.”
19 Mayıs 2003 tarihli Radikal gazetesinde, Neşe Düzel’e söyledikleri çok açık
seçik:
“ Amerika en çok askerlere kızgın. ABD, orduya ‘bundan sonra bana gelme’
mesajı veriyor. Pentagon-TSK ilişkisi eski gibi iç içe olmayacak (…)Pentagon’da,
Beyaz Saray’da Türkiye ile ilgili çok ağır sözler söyleniyor (…) Grossman,
‘Bizde hiçbir yetkili kişisel görüşünü söylemez. Wolfowitz’i dikkate
almalısınız. Türk-Amerikan ilişkilerinde hiçbir şey olmamış gibi hareket
edemeyiz’, dedi.”
Kitabı alıp okursanız, bu iki örnek kadar yakından tanıdığınız insanlardan
daha ne çarpıcı sözleri yeniden okursunuz.
Ama aslında, ele alınan bu insanlar da ikinci elden sorumlu; onlar yalnızca
bunları söylemekle yükümlü sıradan varlıklar; bildiğiniz gibi, gerçek
sorumlular, ulusu, bağımsızlığı çoktan unutmuş, uluslar arası anamalcılarla
ortaklık kuruyorum diyerek seve seve kendilerini de, ülkemizi de en korkunç
boyunduruk altına sokan parababaları, anaları ve dışarıdaki buyurucularla
birlikte Atamızın ölümünden beri seçtirip başımıza oturttukları
siyasetçiler.
Oysa hep söylüyorum, bu tam anlamıyla küresel harakiridir; bakalım bütün
dünyanın ezilen yığınları ne zaman uyanıp bu korkunç gidişe dur diyebilecek?
Cumhuriyet, 09.11.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder