GEÇ KALMADAN UYANMAK
Önce, Turgut Özakman’ın tam zamanında hazırladığı Şu Çılgın Türkler’den kısa
bir alıntı.
“ Yarbay Salih:’ Lloyd George bir açıklama yapmış’ diye homurdandı, ‘Sevr
Antlaşmsı yırtıldığına göre, artık taraflara silah satmak serbesttir’ demiş. Şu
hâlde Yunanlılara yeniden silah satmaya başlayacak bunlar.
Mustafa Kemâl Paşa’nın yüzü gerildi.
‘Bu sorun değil. Zaten Romanya ve İspanya üzerinden gizlice silah
satıyorlardı. Sorun, Mr.Lloyd’un bin toptan daha tehlikeli olan anlayışı. Sevr
Antlaşması’nın Yunanlılar açısından yırtılmış olduğunu söylemek istiyor.
Anlaşılıyor ki Yunanlılara yeni ödüller verecek. Bizimse, bu rezil antlaşmanın
bütünüyle yırtılması için dövüşmeyi sürdürmemiz ve tartışmasız üstün gelmemiz
gerekiyor. Çünkü bu fraklı, rugan iskarpinli salon haydutları için hakkın önemi
yok, ancak kanla ikna oluyorlar.”
Bu sözler, Mustafa Kemâl’in, TBMM’nden Başkomutanlık yetkisini alıp Sakarya
Savaşı için hazırlık yaptığı günlerde söylenmiş. Önce Sakarya Savaşı, ardında
Dumlupınar’da başlayan büyük saldırıyla Kurtuluş Savaşı kazanıldı.
Ama Lozan’a, ancak kanla aklı yatırılanlar’la görüşmeye gittiğimizde, bu kez
başka bir rugan iskarpinli, Lord Curzon ne dedi İsmet Paşa’ya: görüşme masasında
vermek zorunda kaldıklarımızı, bizden parasal yardım istemeye geldiğinizde,
birer birer geri alacağız!
Ve ne yazık ki, Mustafa Kemâl Atatürk’ün ölümünden sonra, 2. Dünya Savaşı
biter bitmez ABD’nin başını çektiği buyurucu, sömürücülere boyun eğen İnönü’nün
başlattığı teslim oluşun son evrelerini yaşıyoruz: 82 yıllık Cumhuriyetimizin
bütün birikimleri, kazanımları hem de yok pahasına bu şaşkın, gözü dönmüş, kendi
canlarını da uçuruma sürüklediklerini hiç düşünmeyen gerçek çılgınlara
satılıyor.
Dolara, Avrupa lirasına teslim olmamış birkaç sendika, birkaç oda canla başla
direniyor; art arda bozma, yürütmeyi durdurma dâvâları açıyor, çoğu kez
kazanıyor da; ama uşaklar ve efendileri yılar mı? döndürüp yeniden önümüze
sürüyorlar baldırgan suyunu, hadi naz etmeyin, bir dikişte için, doğruca
Cennet’e gideceksiniz, diyerek.
1919’lardaki anlayışlarında en küçük bir değişiklik yok, yalnız sözcüleri,
gözcüleri, maşaları değişti. O gün Lordlar konuşuyordu hepsi adına, bugün
başkanlar, başbakanlar, Papalar! Hep bir ağızdan bağırıyorlar: TÜRKLERE AVRUPAYI
BIRAKIN, ANADOLU’DA DA YER YOKTUR,GELDİKLERİ YERE, ORTA ASYAYA DÖNSÜNLER!
Vahdettinlerin şimdiki kopyaları bütün ayakları da yalasalar, yarın gelip
Ayasofya’nın önünde buradaki cüppeliyle birlikte Anadolu’ya gelmekle, İstanbul’u
alıp o güzelim Bizans İmparatorluğu’na son vermekle ne bağışlanmaz bir günah
işlediğimizi yüzümüze çarpacak Papa’nın da, kankardeşi Sığır Çobanı’nın da çatık
kaşları gevşemeyecek.
Bunlar bilinenler, daha doğrusu bilinmesi, unutulmaması gerekenler; ama bu
kez saldırı mayının, tüfeğin yanında asıl dolarla yürütüldüğünden; yeterince
döneği satın aldıklarından, Ulusal Kanal’ın, ART’nin, Kanal Türk’ün dışında
onları size anımsatan yok.
Güzeller güzeli Atamız’ın ulusun efendisi saydığı ¬– bana sorarsanız da,
yaşamak istiyorsa, bütün dünyanın öncüsü, temeli olması gereken – köylümüz,
çiftçimiz sokağa dökülmüş, Erdemir, Seydişehir, Telekom, Tüpraş için savaşan
işçi kardeşleri gibi, aldığınız buyruklarla her şeyimizi tükettiniz, bir canımız
kaldı, onu da açlıktan vermek üzereyiz! diye bağırmakta. Ama o haykırışların
birinde bir örgüt önderinin de gösterip söylediği gibi, iletişim araçları yalnız
televoleden söz ediyor!
Ve dünyamızın öbür köşesinden bir halk çocuğu, Chavez, hem de artık acıklı
güldürüye dönmüş şu BM’ler kürsüsünden, yeter artık, bu örgüt gerçekten dünya
uluslarını temsil edecekse, ABD’den çıksın, örneğin Güney Amerika’ya taşınsın!
diyor. Beş dakikada sözünü kesmeye kalkışan başkana da: Bay Çalı 20 dakika
konuştu, ben de o kadar konuşacağım! yanıtını verebiliyor.
Ülkemde hiç böyle biri kalmadı mı?
Cumhuriyet, 21.9.2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder