FİLM ŞENLİĞİ
Her yıl Film Şenliği yaklaşırken içimizde bir korku beliriyor: bu yıl acaba
hangi yaprakların döküldüğünü göreceğiz? Bu yaprak dökümü, küresel yozlaşma’nın
seline kapılıp boğulacak yönetmenleri anlatıyor. Çok ender olarak bunun dışında
kalanlar var, örneğin Miloş Forman gibi; kimisi de Ettore Scola gibi,
zırvalamaktansa susmayı seçiyor.
Bu yılki kurban, Bertrand Tavernier idi; onca dürüst, çarpıcı filmini
izlediğimiz adam, teslim olmuş; gitmiş korkunç bir Amerikan uyutması çekmiş. Bu
küresel çürümeye kafa tutuyormuş gibi araya birkaç küçük masal ekilmiş: güvenlik
görevlisi cebinden çıkardığı paralarla batağa düşmek üzere genç kızları
kurtarıyor (?); dünyayı kasıp kavuran siyasal-parasal çeteden tombul bir amca ya
da kızların pazarlanmasına aracılık eden bir Zenci kıyasıya dövülüyor, tamam!
Çok ayıp, çok yazık!
Buna karşılık, İnti İllimani, Bulutların Şarkı Söylediği Yer, sanat olmayı
hak eden sinemanın ne anlatacağına, nasıl anlatacağına insanı sevindiren, umut
aşılayan bir örnekti. Şili’li bir avuç genç üniversite öğrencisi, hem kendi
halklarının, hem de bütün Güney Amerika halklarının müziklerini, şarkılarını
diriltmek; o arada toplumsal kavgaya katılmak; ülkelerinin, dünyamızın kara
yazgısını değiştirmek üzere kurmuşlar bu topluluğu. 1973’te, dünyanın demokrasi
Azraili ABD’nin yumruğuyla güzeller güzeli Salvador Allende ezilince İtalya’ya
sığınmış, tam 15 yıl sürgünde yaşamışlar; Pinochet adlı can alıcı devrildikten
sonra dönmüşler. Arayış, gidenlerin yerine her ulustan her yaştan yeni
katılımlarla sürmüş, sürüyor.
Topluluğu oluşturanların kısa bireysel öykülerini izlerken, aslında 30 yıllık
Güney Amerika, giderek dünya tarihini bir kez daha gözümüzün önüne getirip
düşünmüş oluyoruz. Çok çarpıcı, arıtıcı bir yapıt. Göremeyenler üzülmesin, NTV
belgesel kuşağında gösterilecek yıl içinde.
Son olarak, Tavernier gibi eski bir ustayı, Francesco Rosi’yi, Salvatore
Giuliano’yu seçmiştik Nilgün’le. 1964’te çekilmiş bu siyah beyaz şiir bizi hiç
düş kırıklığına uğratmadı.
Burada da öykü, yaşamakta olduğumuz, ataerkil-anamalcı düzensizlik sürdükçe
tepemizden eksik olmayacak, Tavernier’nin de ele alıyormuş gibi yapıp sinema
izleyicilerini göz göre kandırdığı siyaset-mafya-güvenlik gücü ortaklığı.
Ama Rosi daha filmin yazılarında, seslerle, müzikle, hangi dünyaya
gireceğimizi; neler yaşayacağımızı, neler tanıklık edeceğimizi duyuruyordu.
Dünya kaynaklarının paylaşımı için çıkarılan 2. Dünya Savaşı sona ererken
inanılmaz yoksunluklar, yokluklar içinde kıvranan yeryüzü köşelerinden birinde,
Sicilya’da, insana da öbür canlılara da en küçük bir yaşama kolaylığı sunmayan
kıraç topraklarda, öbürlerine göre gözü daha kara bir delikanlı, Salvatore
Giuliano, sonraki yıllarımıza damgasını vuracak olan Amerikan kaynaklı saldırı
uyarınca, İtalya’nın, Sicilya’nın ortaklaşmacılığa savrulmaması için adam
kaçırmaya, öldürmeye, toplantı basmaya girişiyor. Ve elbette bütün bunları kendi
başına yapmıyor; en bilinen adlarıyla ünlü Hıristiyan Demokrat siyasetçilerin,
onlarla her saniye işbirliği yapan güvenlik güçlerinin buyruklarıyla, izniyle,
yönlendirmesiyle gerçekleştiriyor.
Sevgili Rosi¸ bütün bu dolapları; onlara aracılık maşalık eden sıradan
insanları inanılmaz bir yalınlıkla, soluk soluğa bir kurguyla anlattı.
Dünyamız; üzerinde yaşayan, sayıları gittikçe artan insanlar bu akıldışı,
doğaya, evrene aykırı gidişten kurtulmak; 50 yıldır Küba’da, şimdi de yavaş
yavaş bütün Güney Amerika ülkelerinde canlı örneğini gördüğümüz gerçekten uygar,
barışçı, dayanışmacı düzene kavuşmak istiyorlarsa, hangi dalında olursa olsun,
sanatın yalnız bunları, böyle dile getirmesi gerekiyor.
Tavernier’nin sokuşturduğu gibi, ortalıkta sis falan; her şey apaçık
gözümüzün önünde. Ancak, görebilmek için can gözümüzün, can kulağımızın bir daha
kapanmamak üzere açılması gerekiyor!
Cumhuriyet, 22 Nisan 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder