FİKRET MUALLĀ
Bu sayfanın okurları biliyordur, dahası gidip gezmiştir de: Çağdaş Sanat
Müzesi, 15 Nisan’da bir Fikret Muallâ toplu sergisi açtı;başta Eczacıbaşı
ailesi, sanatçıyı sevenlerin, sevdiklerinin, ondan bir yapıt edinme talihine
ermiş olanların resimlerini toplayıp sundu; sergi 31 Temmuz’ dek açık.
2. gidişimizde Nilgün’le kendimize bir de kitabını armağan ettik; büyük
boyutlu, kusursuz bir yapıt.Üç ünlü yorumcumuzun açıklamaları serpiştirilmiş
içine: Hâşim Nur Gürel, Levent Çalıkoğlu, Ali Akay.
Ayrıca, Hıfzı Topuz’un Elveda Afrika, Hoşça Kal Paris adlı çalışmasıyla Orhan
Koloğlu’nun Bir Garip Kişi:Fikret Muallâ’sından alıntılar var.
Şöyle diyor ilk yapıtta:
“Ne isterlerse onu yapıyorum. Geçe gün bir tanıdık, iki natürmort bir peyzaj
sipariş etti, şimdi onları hazırlıyorum. Mutlaka figüratif ya da mutlaka soyut
yapacağım diye bir endişem yok. Başkalarıyla ilgili değilim. Bütün akımların
dışındayım. Eski resimlerime karşı çok gerilerdeyim. Gerilemek istiyorum,
sivrilenler göze batıyor. Ben sivrilmek istemiyorum. ‘Boynunu eğ’, diyorlar,
eğmiyorum. Biliyorum, baltayı indirecekler. Yağma yok. Ne ileri gidiyorum, ne
geri, orta yerde kalıverdim...”
Resimli kitabın başındaki Fırtınalı Yılların Çizgileri bölümünde, özellikle
sevgili Rasih Nuri İleri’nin sergiye ödünç verdiği resimler, ne dediğini çok iyi
gösteriyor:dünyaya ressam gözüyle bakabilen, gördüğü, düşlediği her şeyi kolayca
resme dönüştürebilen bir yetenek.
Peki bu sıradışı yetenek neden hak ettiği gibi üretimde bulunup rahat
yaşayamamış acaba?
Yanıtını yine kendisi inanılmaz bir açıklıkta vermiş, Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nun Delifişek’inde:
“ Ben iyi ressamım. Cemiyet benim kıymetimi bilmeli, beni bağrına basmalı.
Beni şımartmalı. Benim irili ufaklı taşkınlıklarıma göz yummalı. Ekmek elden su
gölden yaşamalıyım. Hiç kimseye hesap vermeye borçlu değilim. Cemiyete canım ne
isterse onu veririm. Buna karşılık da canım ne isterse onu alırım.”
Ah, canım,ah! Bugünkü soygun, yağma, bütün sivrilikleri budama düzeni – daha
doğrusu düzensizliği- kime tanımış bu ayrıcalığı da sana tanıyacak? Belki çok
daha kurnaz olan Dali ve Picasso gibi birkaç kişiye, o kadar.
Fikret Muallâ, düşlediği, beklediği ortamı, koşullar, tarih izin verseydi,
belki ancak Fidel Castro’nun Küba’sında, ya da Mustafa Kemâl’in giriştiği
gerçekten uygar Cumhuriyet’te bulabilirdi. O zaman bu yetenekli kocaman çocuk
oyununu sere serpe oynar, toplum da elinden çıkan meyveleri paylaşırdı.
Ama böyle bir düzen yaratamadık; Küba’daki, amansız sömürgecilerin baskısı
altında zaten bin bir güçlükle yaşıyor; ülkemizin gittikçe kararan durumunuysa
ancak bir avuç insan denmeyi hak eden insan görüp acısını çekiyor: uyutulmuş
büyük çoğunluğun bu ölüm yolculuğunda hiçbir şey umurunda değil!
Güzelim halkımızın artı- değerlerinden bir parçanın bu müzeye ayrılabilmiş,
eski depolardan birinin böyle bir yuvaya dönüştürebilmiş olması, her şeye
karşın, büyük talih: o paraları sağda solda çıtır çıtır yiyebilirlerdi.
Zaten, güzel sanatlar da içinde, bütün etkinlikleri yaşamın tadını arttırmak
için değil de bir avuç çılgının cebini ve gözünü doldurmak üzere önüne çıkan her
şeyi tüketmek üzere koşullandırılan insan kardeşlerimiz, şu armağan Mavi
Gezegen’imizi soğumuş öbür gezegenlere benzeteceğinden kuşku duyamayacağımız bu
ölüm yürüyüşünü durdurup tersine çevirebilmesi için pek çok zaman kalmadı.
Onca gürültü patırtı, kan revan içinde kendinize azıcık soluk aldırmak
istiyorsanız, Müze’ye koşun, Fikret Muallâ’nın arıtıcı yapıtlarıyla yıkanıp
arının; hele kitabını da alabilirseniz, ne mutlu size!
Evrenin güzel oğlu Fikret Muallâ, yaşamak zorunda kaldığın onca acı içersinde
bize bıraktığın görsel şölen için sonsuz teşekkürler sana!
Cumhuriyet, 22.05.2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder