“ELGÜZELİ”
Doğu Perinçek’in, Aydınlık’taki ,Bingöllü Çocuk adlı yazısından ödünç aldım
bu sözü.Dilimizi sevip sayan herkes gibi, ben de,şimdiye dek,yalnız kendini
değil,insan kardeşlerinin hepsini düşünenlere özgeci derdim. Oysa güzelim
Anadolu halkı.
Bu güzellerden biri, Doğu’nun babaannesi Rahime Perinçek (adı bile ne kadar
uygun kişiliğine:genellikle tanrıya yakıştırılan, aslında evrendeki,dünyadaki
her şeyin yaratıcısı olan ana karnı’nın temel niteliği olan kavrayıcılığı,
doğurganlığı anlatıyor),başkalarını kendini ikinci sıraya atacak kadar
düşünenlere elgüzeli,bu erdemi yaşatmaya da elseverlik dermiş.
Gelin şimdi öyküyü kısaca özetleyelim Doğu’nun ağzından.
“Beni hayata bağlayan o Bingöllü çocuklardır.Bingöl depreminde Yatılı Bölge
Okulu’nun yıkıntısından iki gün sonra çıkarılan o iki çocuk.
Birinci çocuk,iki gündür yıkıntının altında;kendisini kurtarmaya gelen
askere:’Gelme ağbi,sen de duvarın altında kalırsın’ diye sesleniyor.Ölümün
ağzında,kurtulmayı değil,başkasının yaşamasını düşünüyor.
Benim güzel Bingöllü çocuğum,sen bizim kurtarıcımızsın.Gözü dönmüş bir
çıkarcılığın altında kalan insanlığın büyük umudusun!
İkinci çocuksa, yıkıntıların altında,imdada gelen
kurtarıcısına:’Ağbi,altımdan tutma,elin kirlenir’ diyor.’48 saattır kıpırdama
olanağı bulamayınca,altıma ettim de.’
...
Babaannem Rahime Perinçek,kendisinden ve yakın çevresinden çok başkalarını
düşünen insanlara, o arada babama da elgüzeli derdi,oysa kendisi de
elgüzeli’ydi.1965 yılıydı,Kemaliye’nin Apçağa köyüne onu görmeye gitmiştim.Sabah
6’da kalktım.’Şimdi gelir’ dediler; karşıda,Kırgöz’ün oraya gelen Kürt
katırcılara ekmek götürdü de.’Yaşı sekseni bulmuştu.45 dakika gidiş 45 dakika
dönüş;tanımadığı,bilmediği katırcılar aç kalmasın diye ekmek götürüyordu.
Babaannem,Sultan Hamit zamanında,herkesin geçit vermez dediği Gemurgâp
kayasını, beline halatlar bağlayarak,aylarca çalışıp yaran,taş ustası Adıgüzel
Ağa’nın torunuydu.Yollar İstanbul’a bağlansın,insanlar gurbette kalmasın, sılaya
tez gelsinler,sevenler birbirine kavuşsun diye,nice amele Fırat’a düşüp can
vermişti.
O Bingöllü çocukların dedeleri,elseverlik geleneğinin elgüzeli
taşıyıcıları!
İzmir’in Kiraz ilçesinde,bir Avukat Mehmet Kütük’ümüz
vardı.Çıkarcılığın,bencilliğin insanları yırtıcılaştırdığı şu hoyrat ortama
dayanamamış,sonunda kendini bıçaklayarak canına kıymıştı.Çerçeveletip hepimize
bıraktığı Einstein’ın sözleri,işte şurada asılı duruyor,size oradan
okuyorum:
‘Günde yüz kez kendime, iç ve dış yaşamımın,yaşayan ya da ölmüş,başka
insanların emeğine dayandığını anımsatıyorum.
Çok derinlere dalmadan,günlük yaşamdan biliyoruz ki,insan (başkalarıyla
birlikte) başkaları için vardır.”
Evet, işte böyle; elveserliğin, imecenin,dayanışmanın bundan güzel anlatımı
olamaz.
Yukarıdaki güzel sözü etmiş olan Einstein’a gelince, ne yazık ki kendi
sözünün eri olamadı,tutarlı davranamadı;varolduğunu öne sürdüğü tanrının,1995’te
yitirdiğimiz çağımızın en saygıdeğer bilimadamlarından Henri Laborit gibi,
aslında,evrendeki ilişkilerin, enerji alışverişinin tümü olduğunu ya bilemedi,
ya da söylemedi;sonra kalkıp evrensel varlıkların en benzersizleri canlı
varlıkların ve onları barındıran kürenin toptan yıkımına yolaçacak silahı
üretti.
Ama neyse ki,yeryüzünde yalnız bu ünlü bilimadamı gibi ürkekler,tutarsızlar
yok; Adıgüzel Ağa’lar,Rahime Perinçek’ler, Bingöllü çocuklar var.
Ve Yerküre,bilmem hangi öküzün boynuzlarında değil,adlı adsız bu güzel evren
çocuklarının elleri üstünde durup dönmeyi sürdürüyor.
Doğrusu,ne mutlu Perinçek ailesi’ne! Bu soylu geleneği canla başla yaşatmaya
adamışlar kendilerini.
Cumhuriyet, 03.09.2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder