8 Ocak 2013 Salı

“ELGÜZELİ”

Doğu Perinçek’in, Aydınlık’taki ,Bingöllü Çocuk adlı yazısından ödünç aldım bu sözü.Dilimizi sevip sayan herkes gibi, ben de,şimdiye dek,yalnız kendini değil,insan kardeşlerinin hepsini düşünenlere özgeci derdim. Oysa güzelim Anadolu halkı.
Bu güzellerden biri, Doğu’nun babaannesi Rahime Perinçek (adı bile ne kadar uygun kişiliğine:genellikle tanrıya yakıştırılan, aslında evrendeki,dünyadaki her şeyin yaratıcısı olan ana karnı’nın temel niteliği olan kavrayıcılığı, doğurganlığı anlatıyor),başkalarını kendini ikinci sıraya atacak kadar düşünenlere elgüzeli,bu erdemi yaşatmaya da elseverlik dermiş.
Gelin şimdi öyküyü kısaca özetleyelim Doğu’nun ağzından.
“Beni hayata bağlayan o Bingöllü çocuklardır.Bingöl depreminde Yatılı Bölge Okulu’nun yıkıntısından iki gün sonra çıkarılan o iki çocuk.
Birinci çocuk,iki gündür yıkıntının altında;kendisini kurtarmaya gelen askere:’Gelme ağbi,sen de duvarın altında kalırsın’ diye sesleniyor.Ölümün ağzında,kurtulmayı değil,başkasının yaşamasını düşünüyor.
Benim güzel Bingöllü çocuğum,sen bizim kurtarıcımızsın.Gözü dönmüş bir çıkarcılığın altında kalan insanlığın büyük umudusun!
İkinci çocuksa, yıkıntıların altında,imdada gelen kurtarıcısına:’Ağbi,altımdan tutma,elin kirlenir’ diyor.’48 saattır kıpırdama olanağı bulamayınca,altıma ettim de.’
...
Babaannem Rahime Perinçek,kendisinden ve yakın çevresinden çok başkalarını düşünen insanlara, o arada babama da elgüzeli derdi,oysa kendisi de elgüzeli’ydi.1965 yılıydı,Kemaliye’nin Apçağa köyüne onu görmeye gitmiştim.Sabah 6’da kalktım.’Şimdi gelir’ dediler; karşıda,Kırgöz’ün oraya gelen Kürt katırcılara ekmek götürdü de.’Yaşı sekseni bulmuştu.45 dakika gidiş 45 dakika dönüş;tanımadığı,bilmediği katırcılar aç kalmasın diye ekmek götürüyordu.
Babaannem,Sultan Hamit zamanında,herkesin geçit vermez dediği Gemurgâp kayasını, beline halatlar bağlayarak,aylarca çalışıp yaran,taş ustası Adıgüzel Ağa’nın torunuydu.Yollar İstanbul’a bağlansın,insanlar gurbette kalmasın, sılaya tez gelsinler,sevenler birbirine kavuşsun diye,nice amele Fırat’a düşüp can vermişti.
O Bingöllü çocukların dedeleri,elseverlik geleneğinin elgüzeli taşıyıcıları!
İzmir’in Kiraz ilçesinde,bir Avukat Mehmet Kütük’ümüz vardı.Çıkarcılığın,bencilliğin insanları yırtıcılaştırdığı şu hoyrat ortama dayanamamış,sonunda kendini bıçaklayarak canına kıymıştı.Çerçeveletip hepimize bıraktığı Einstein’ın sözleri,işte şurada asılı duruyor,size oradan okuyorum:
‘Günde yüz kez kendime, iç ve dış yaşamımın,yaşayan ya da ölmüş,başka insanların emeğine dayandığını anımsatıyorum.
Çok derinlere dalmadan,günlük yaşamdan biliyoruz ki,insan (başkalarıyla birlikte) başkaları için vardır.”
Evet, işte böyle; elveserliğin, imecenin,dayanışmanın bundan güzel anlatımı olamaz.
Yukarıdaki güzel sözü etmiş olan Einstein’a gelince, ne yazık ki kendi sözünün eri olamadı,tutarlı davranamadı;varolduğunu öne sürdüğü tanrının,1995’te yitirdiğimiz çağımızın en saygıdeğer bilimadamlarından Henri Laborit gibi, aslında,evrendeki ilişkilerin, enerji alışverişinin tümü olduğunu ya bilemedi, ya da söylemedi;sonra kalkıp evrensel varlıkların en benzersizleri canlı varlıkların ve onları barındıran kürenin toptan yıkımına yolaçacak silahı üretti.
Ama neyse ki,yeryüzünde yalnız bu ünlü bilimadamı gibi ürkekler,tutarsızlar yok; Adıgüzel Ağa’lar,Rahime Perinçek’ler, Bingöllü çocuklar var.
Ve Yerküre,bilmem hangi öküzün boynuzlarında değil,adlı adsız bu güzel evren çocuklarının elleri üstünde durup dönmeyi sürdürüyor.
Doğrusu,ne mutlu Perinçek ailesi’ne! Bu soylu geleneği canla başla yaşatmaya adamışlar kendilerini.

Cumhuriyet, 03.09.2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder