COSTA GAVRAS’IN UCUZ MASALI
Sinematek yaşarken bir film gösterilmişti:Sıradan Faşizm. Filmi, Rusya’ya
saldırdıktan sonra sonunda yenik düşen Alman subay ve erleri kendileri
çekmişler; geçtikleri yerlerde insanlara neler ettiklerini belgelemişler-
dönünce eşleriyle birlikte izleyip otuzbir çekeceklerdi besbelli -, bunları
Ruslar birleştirip film yapmışlardı.
Elbet çor çarpıcı, yürek paralayıcıydı; ama çok da öğreticiydi: herkes,
hepimiz zorba, buyurgan olabilirdik, daha doğrusu şu anda öyleydik.
Bu belgeselin ikinci yarısı, Sibirya’daki sürgün yerlerinde. Toplama
kamplarında yaşananlar ne yazık ki çekilip gösterilmedi; onların çarpık, tek
yanlı anlatımı Hıristiyan yobazı Soljenitsin’e düştü. Asıl suçlu ve sorumlu
Batılı sömürgecilerin ağızlarının suyu aksın diye.
Ama Hitler’in yurttaşı baka bir Avusturya’lı, Wilhelm Reich, daha 1930’larda,
olup biteni de, olacakları da göstermişti Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı’nda.
Yalnız o gün de, bugün de, sevi yetenekleri daha ana karnında, baba tohumunda
bile bile köreltilmiş can gözü kapalı varlıklar ne o kitabı okuyabilirdi, ne
uygulayabilirdi; bugün de hala aynı derecede iğdiş hepsi.
Costa Gavras da okuyamamış, kazara eline geçtiyse bile, hiç anlayamamış,
anlayamayacaklardan biri besbelli.
İşe en ucuz yerinden girişmiş; nasılsa on bin yıllık ataerkil zorbalık akışı
içinde en kolay , onaylanmış, izin belgeli bir hedef var, alır silahı oraya ateş
edersin; hem yürekler paralanır, hem cepler.
Film Schindler’in Dizelgesi’nin ya da Primo Levi’nin unutulmaz, unutulmaması
gereken yaşamöyküsünün tırnağı bile olamıyor.
Çünkü temel alınan kitap doğruyu söylememiş: efendim, sözümona dürüst, hem de
aykırı (protestan) da olsa Tanrı’ya inanan bir kimyacı, bütün öbür gözünü seve
seve kapatmış yurttaşları gibi, zararlı böcekleri (!) yokedecek ilaç üretiminin
başında; tifoyla tifüsle savaştığına yürekten inanıyor.
Ancak talihsizliğe bakın, günün birinde tifo tifüs mikroplarının değil, başka
böceklerin, Yahudilerin, Çingenelerin,kısacası Ari olmayan herkesin
zehirlenmesine, hızına alamayıp sabun yapılmasına yaradığını öğreniyor.
O arada, eli sopalı, başı külahlı biri, yolara düşüyor, ardında bir avuç
insan, Nazi yönetim yerlerinden birinde hangi düzeydeyse birinin karşısına
dikilip atıp tutuyor veee, mucize oluyor: geri zekalılar, sakatlar artık
toplanıp yokedilmeyecek!
Bizim iyiniyetli ama çaresiz kimyacı, sağa koşuyor, sola koşuyor, sonunda
Papa’nın Almanya’daki temsilcisine gidiyor, bir SS subayı olarak bilip
gördüklerini anlatmaya kalkıyor, adam bu kaçığı hemen kovduruyor.
Ancak, bütün canlar çıkmadan umut kesilmez: küçük görevlilerden biri
anlattıklarını işitiyor, inanıyor, düşürdüğü kartını alıp evine geliyor, el ele
veriyorlar.
Ah, ah! bütün bunları anlı şanlı Papa Hazretleri bir bilse, n’apar o
Hitler’i!
Filmin büyükçe bir bölümü bir yandan İtalyan çömezin, öte yandan insansever
kimyacının çırpınmalarıyla geçiyor _ yaşasın!filmi bitirip üne ve paracıklara
kavuşma zamanı yaklaştı.
Çömezin babası Papa’nın yakını bir kont; oğlunun böyle deli saçmalıklarıyla
uğraşmasına, kendi uğraşında yükselip keyfine bakmamasına çok sinirleniyor;
Papa’nın çevresinde yanaşmaya kalktığı herkes öyle. Son kanıt olarak kimyacıyı
getiriyor Roma’ya; ama boşuna! Ne Papa’dan, ne Vatikan’dan bir kıpırtı
çıkmayacak besbelli!
Ne yapılır? Olsa olsa temiz yüzlü çömezi harcarsın! Kitabın yazarıyla Costa
da öyle yapıyorlar. Çömez, göğsüne bir Yahudi yıldızı dikip kendini toplama
kampı trenine bindirtiyor.
Ama filmi burada bitiremezsiniz; hadi bakalım kimyacı iş başına: Himler’in
yerine izin belgesi imzalayıp taa toplama kampına geliyor, çömezi kurtaracak;
ama al sana bir gözyaşı daha! Çömez gönüllü ölüme gidiyor. Yıldızlı kara cübbesi
öbür giysilerin arasından bulunup gösteriliyor; tıpkı kapıları kapalı gidip
boşluğunu göstermek üzere açık dönen trenler gibi.
Neyse, uzatmayayım!
Hitler, hala onurla basılıp satılan ünlü başyapıtı Kavgam’da yapacaklarını en
ince ayrıntılarıyla anlatmıştı; Papa’nın da, ABD’nin de, Sovyetler Birliği’nin
de, kısacası herkesin de her şeyden haberi vardı: tıpkı şimdi İrak saldırısı
öncesindeki gibi; ama herkes, kargaşada bize de pay düşer diye hesaplıyor.
Burada asıl terslik, kullanmayı sürdürdüğümüz kavram ve terimlerde.
Bilimin son buluşlarına göre, matematik ve güdümbilim (sibernetik) den
ödünçalınan bir kavramdan kimsenin haberi yok, olmaması için de bütün önlemler
alınıyor.
10 000 yıldır alıştırıldığımız soyut kavramların yerini bütün aldı; ana bütün
evrenin kendisi; doğal olarak sayısız altbütün var: gökadalar, yıldızlar,
gezegenler, onların arasında dünya, dünyanın üzerinde de iki temel altbütün:
canlılar, cansızlar.
Demek ki, insanların uydurduğu ve koruduğu öbür terimlerin hiçbiri geçerli
değil: ulus yok, ırk yok, yurt yok.
Almanya’nın ya da bilmem kimin çıkarları yok: canlıların, dahası, öbür yarıya
sımsıkı bağlı olduklarına göre, cansızların çıkarları var; ya da öyle olması
gerek!
Bu pencereden bakınca, Gavras’ın filmi de, bütün öbürleri gibi, korkunç bir
sömürgeci masalı.
Oysa, şu ya da ulus için değil, canlılarının barındıkları altbütün için,
belki dünya denen altbütün için, artık örneğin Erol Manisalı, Arslan Başer
Kafaoğlu, Doğu Perinçek gibi,
Artık Kral’ın çıplak olduğunu söylemekle yetinmeme, Bütün Kral ya da
kralcıkların azılı birer katil olduklarını bıkıp usanmadan yineleme zamanı!
Dilerim pişman olmaya vaktimiz kalır!
Cumhuriyet, 26.2.2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder