8 Ocak 2013 Salı

BİRNUR ŞENER

BİRNUR ŞENER


Fakir Baykurt içerde oturuyor. Birnur da ona kahve pişiriyor ya da çorba kayhatıyor; Fakir o aralar masallara merak sarmış – belki başından beri öyleydi – masal anlatan kadın ya da erkeklerle tanışmak, masallarını saptamak istiyor. Birnur uyanık, kendi çocukluğunda dinlediklerinden ya da Fakir’le birlikte kayıt ettiklerinden, Anadolu’da masalların nasıl düzülüp anlatıldığını çok güzel yakalamış; her gün de köylere, evlere gidip yeni masallar dinleyemiyor; Tombili Kuşum dediği Fakir’i mi üzecek? Kahve ya da çorba başında kendisi bir masal uydurup içerde anlatıyor.
Fakirciğimin de temiz yürekliliğine bak! Coşkuyla, alkışlarla dinleyip küçük defterine yazıyor anlatılanları.
Onun temiz yürekliliğine, Birnur’un da cingözlüğüne bakın.
Fakir’in Kıyısında’yı okudunuz mu bilmem? Nilgün, Oktay ve ben okurken, Fakir’in o masalları dinleyip yazarkenki şaşkınlığını, sevincini yaşamıştık.
8 yaşında, dişinin çekileceği berber koltuğunda ilk kez adını işittiği Fakir’e eve döner dönmez mektup yazmaya başlayan; bütün itilip kakılmalara, mektupların yırtılmasına karşın tam kırk yıl o kitapta kimi örneklerini gördüğünüz mektupları yazan Birnur’un mayasında , bütün türkülerimizi yakan, bütün masalları düzen güzelim Anadolu halkının, kadınlarla erkeklerinin – belki daha çok kadınlarının – tohumu var besbelli: mektupların yanında, içinin yangınını, acılarını, sevinçlerini, sevdalarını dile getirecek öykücükler de yazmış ömür boyu.
Fakir’in Kıyısında hak ettiği ilgiyi görünce, Oktay Şimşek ondan bu öyküleri temize çekip göndermesini istedi.
Yine bilgisiyarda yazılmış bir kucak öykü geldi; Papirüs gibi küçük yayınevlerinin bugünkü sıkıntılarını biliyorsunuzdur; ancak bir bölümü alınabildi Düş Kurma Oyunu’na.
Kitaba adın veren öyküde Birnur, kendisini okutmayan, halı tezgahının başına çakan anasına karşı gelemediği, kızını onun pençesinden kurtarıp okutmayı başaramadığı halde sevdiği iyi yürekli babası, anasının baskısıyla bunaldığı anlarda düşlere dalan, bin bir oyun tasarlayan kızı için dermiş bunu: “İşte benim kızım oturdu yine kendine oyun kuruyor”.
Bu öyküde Birnur kendini şöyle özetliyor:
“Başımıza gelenlerin yanlış işlerini birimiz görmese, birimiz görür. Her gün birimiz gazete alırız; o gazeteyi beşimiz de okuruz. Akşam olunca gazeteyi bana verirler; evde küçük ilânlarına varana dek her yerini okur ezberlerim.
Anam, ‘O gazetenin başında geçirdiğin zamanı derslerine versen, bilgilerin dolar taşar, aklın başından göklere fışkırırdı!’ der. O böyle der demez, ‘Düş Kurma Oyunu’na başlarım. Bedenimi havuz fıskiyesine dönüştürür, kendimi Cumhuriyet Alanı’ndaki havuzun ortasında bulurum. Bir elim yere, öbür elim göğe doğru fışkırır, sularım taşar. İçimi bir onur, bir sevinç kaplar; burnum yere düşse eğilip alacak değilim. Beni seyretmeye gelen insanlara şöyle yan gözle olsun bakmam; ama sesleri kulaklarımdadır:
‘Aaa kız! Baksana oğlana nasıl fışkırıyor, acaba bir suçu mu var da burada böyle fıskiye olmuş?’
Havuzumun taşan suları her yeri yemyeşil eder. Görenler burayı bir müteahhidin bahçesi sanır. Burdur’da kaç kişinin böyle yeşil bahçesi var? Bu bahçede bahçıvan bile vardır. Dünyanın en güzel sümbülleri, gülleri benim suladığım bahçelerde açar.”
Zeynep Uzunbay’la tanışmasını, onun Yaşamaşk adlı kitabına vuruluşunu, Çeltikçi’de buluşmalarını coşkuyla anlatışını; gezdiği ilk yontu sergisini, izlenimlerini, daha başka bir sürü küçük olay ve kişiyi büyülü şarkılara dönüştürmesini okumak istiyorsanız, hemen alın Düş Kurma Oyunu’nu; toplumsal yaşamımızın hemen her ânının yapaylaştığı, vebaya tutulduğu şu kapkara günlerde sizin de içiniz ışısın, varlığınıza yeniden insan, evren sıcaklığı dolsun.
Cumhuriyet, 14 Ağustos 2002.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder