SÖZÜN ÖZÜ
Bânû Avar, pek çok dürüst yurtsever insan gibi, bütün kanallardan, bütün
iletişim araçlarından dışlandı; ama ülkesini, dünyayı, üzerindeki insanları
gerçekten seven bilinçli bencil”lerden olduğu, kendi ben’inin bütün öbür benlere
bağlı ve bağımlı olduğunu bildiği için, elinin, aklının erdiği her yolu
kullanarak seslenmeyi, uyarıp uyandırmayı sürdürüyor.
Geçen gün sayardan sayara dolaşan iletisinde, bütün dünyanın bildiği, okuduğu
bir ayrıntıyı yeniden herkesin gözüne soktu:
“John Perkins’i okudunuz mu? Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları adlı kitabın
yazarı.
Küresel sermayenin/çetenin Yugoslavya’da ve dünyanın birçok ülkesinde nasıl
bir senaryoyla hareket ettiğini ana başlıklarıyla anlatır. İnternetteki bir
söyleşisinde dünyayı ele geçirmeyi hedefleyen küresel sermayenin şablonunu şöyle
özetlemişti.
İşte, Türkiye’nin 1947 sonrası tarihi.
‘Biz ekonomik tetikçiler,önce doğal kaynakları zengin , stratejik konumları
önemli ülkeleri tespit ederiz. O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan
bir kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede
‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer.
Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar yapılır.. Bizim şirketlerimiz
kazanır .. O ülkedeki birileri de nemalandırılır. . Toplum bu düzenekten hiçbir
şey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük
bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler..
Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki: ‘Bize
büyük borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazı bize
verin, askeri üslerimize yer gösterin! Askerlerinizi birliklerimize destek
olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler’de bizim için
oy verin!. Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları
Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın!
Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını
hatta adli sistemleri ele geçiririz Bu, ikili üçlü dörtlü bir darbeler
serisidir.’
Daha açık nasıl söylenebilirdi? Ne düşünüyor, ne yapıyorlar, ne yapmayı
tasarlıyorlarsa gümbür gümbür söylemiş, söylüyor adamlar (!!!).
Peki ezilen, soyulan ülkelerdeki okutulmuş sivil asker halk çocukları ne
yaptılar, ne yapıyorlar?
“İyi, Kötü, Çirkin”’deki Clint Eastwood gibi, bir avuç dolar için analarını
da, çocuklarını da, yurtlarını da sattılar, satıyorlar.
Üstelik bunların arasında yukarki satırları yazanların devşirip allı pullu
boyadıkları, en gözde terimlerle bezedikleri insanlar da vardı, yine var:
özgürlükçüler, ilericiler, solcular, demokratik solcular, demokratik devrimciler
(?!).
Mustafa Kemâl Atatürk’ün dışında, 500 yıldır açıkça oynanan bu amansız,
acımasız oyuna karşı çıkan; oyunu bozmak için atılması gereken adımları atan
birini getiremedi Türk halkı 1939’dan beri başına, çünkü zavallı sersem sülükler
ülkemizi içerden ele geçirebilmek üzere en etkili, en ucuz yolu bulmuşlardı:
devşirmeler.
Kalan canımızı da almak üzere son süslü tuzağı önümüze koydular: zorbalık
anayasasının halka onaylattırılması.
Bakalım o canı da vermek üzere bu zokayı yutacak mıyız?
Ulus Gazetesi, 9 Ağustos 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder