7 Ocak 2013 Pazartesi

SÖZÜN ÖZÜ

SÖZÜN ÖZÜ


Bânû Avar, pek çok dürüst yurtsever insan gibi, bütün kanallardan, bütün iletişim araçlarından dışlandı; ama ülkesini, dünyayı, üzerindeki insanları gerçekten seven bilinçli bencil”lerden olduğu, kendi ben’inin bütün öbür benlere bağlı ve bağımlı olduğunu bildiği için, elinin, aklının erdiği her yolu kullanarak seslenmeyi, uyarıp uyandırmayı sürdürüyor.
Geçen gün sayardan sayara dolaşan iletisinde, bütün dünyanın bildiği, okuduğu bir ayrıntıyı yeniden herkesin gözüne soktu:

“John Perkins’i okudunuz mu? Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları adlı kitabın yazarı.
Küresel sermayenin/çetenin Yugoslavya’da ve dünyanın birçok ülkesinde nasıl bir senaryoyla hareket ettiğini ana başlıklarıyla anlatır. İnternetteki bir söyleşisinde dünyayı ele geçirmeyi hedefleyen küresel sermayenin şablonunu şöyle özetlemişti.
İşte, Türkiye’nin 1947 sonrası tarihi.

‘Biz ekonomik tetikçiler,önce doğal kaynakları zengin , stratejik konumları önemli ülkeleri tespit ederiz. O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan bir kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer.
Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar yapılır.. Bizim şirketlerimiz kazanır .. O ülkedeki birileri de nemalandırılır. . Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler..
Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki: ‘Bize büyük borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin! Askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler’de bizim için oy verin!. Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın!
Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz Bu, ikili üçlü dörtlü bir darbeler serisidir.’
Daha açık nasıl söylenebilirdi? Ne düşünüyor, ne yapıyorlar, ne yapmayı tasarlıyorlarsa gümbür gümbür söylemiş, söylüyor adamlar (!!!).
Peki ezilen, soyulan ülkelerdeki okutulmuş sivil asker halk çocukları ne yaptılar, ne yapıyorlar?
“İyi, Kötü, Çirkin”’deki Clint Eastwood gibi, bir avuç dolar için analarını da, çocuklarını da, yurtlarını da sattılar, satıyorlar.
Üstelik bunların arasında yukarki satırları yazanların devşirip allı pullu boyadıkları, en gözde terimlerle bezedikleri insanlar da vardı, yine var: özgürlükçüler, ilericiler, solcular, demokratik solcular, demokratik devrimciler (?!).
Mustafa Kemâl Atatürk’ün dışında, 500 yıldır açıkça oynanan bu amansız, acımasız oyuna karşı çıkan; oyunu bozmak için atılması gereken adımları atan birini getiremedi Türk halkı 1939’dan beri başına, çünkü zavallı sersem sülükler ülkemizi içerden ele geçirebilmek üzere en etkili, en ucuz yolu bulmuşlardı: devşirmeler.
Kalan canımızı da almak üzere son süslü tuzağı önümüze koydular: zorbalık anayasasının halka onaylattırılması.
Bakalım o canı da vermek üzere bu zokayı yutacak mıyız?
Ulus Gazetesi, 9 Ağustos 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder