“ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE
Fransız kanalı Klasik Müzik bir süredir bir dinletiyi yineliyor: Verdi’nin
Requim’i seslendiriliyor.
Yorumcular arasında Pavarotti de var; ama bu kez öbür dinletilerindeki gibi
senli benli, alımlı çalımlı değil; gözlüğünü taktı, efendi gibi yorumluyor.
Sesini biliyorsunuz; adam gibi söyleyince, nefis.
Elbet orkestrayı biri yönetiyor; gelip sıçrayarak çıktı kürsüsüne: kafasında
Yahudi takkesi.
Verdi katolik, kent Napoli, çalgıcılarla şarkıcıların büyük çoğunluğu katolik
sanırım; belki protestanlar da vardır; ama müslüman olamaz aralarında. Bu
sonuncularla takkeli yöneticinin tek ortak yanı, çüklerinin budanmış olması.
Yapıtı dinlerken adamın takkesi gözümün önünden gitmiyor, sürekli aklımı
kurcalıyor: ya öbür inanç sahipleri de kendi özel simgeleriyle, giysileriyle
gelseydiler, n’olacaktı?
Katolik Verdi bu yapıtı yalnız kendi inançdaşları için mi besteledi?
Naziler, sürüdeki kara koyunların kolay seçilebilmesi için, Musevilerin
göğüslerine birer sarı yıldız diktirmişlerdi; o simge utanç vericiydi; peki şu
takke ne: övünç kaynağı mı, alınan öcün - kimden? ne için?- belirteci mi?
Ayrıca, sürü kime göre? İsâ’nın sürüsündeki kara koyunlar mı saptanacak,
Mûsa’nın sürüsündekiler mi, Muhammed’inkiler mi? Peki ama hepsinin küçük
sürüleri Tanrı Baba’nın büyük sürüsünün zorla bölünmüş parçacıkları değil mi?
Görüyor musunuz orkestra yöneticisinin en azından benim başıma açtığı
sorunları!
Bir süredir, Henri Laborit’den ödünç aldığım bilgileri, kavramları
yineliyorum:
Biz insanlar, sandığımız, savunduğumuz, bu uğurda sayısız savaş çıkardığımız
gibi, bir ırkın, bir ulusun, bir dinin, bir yörenin öğesi, bireyi değiliz.
Evren adını verdiğimiz anabütün’ün sayısız altbütünü’nden yalnızca küçücük
bir parçayız: üstümüzde biraz daha büyük olan dünya adlı altbütün var; o da
kabaca iki kola ayrılmış: canlı varlıklar, bizim cansız sandıklarımız ;
sandığımız diyorum, çünkü yakın zamanlarda atomun parçacıklarından protonun
içini görüntülemişler: aralıksız olarak dört bir yana ışıklar saçılıyor,
şimşekler çakıyor, dünyanın oluşum günlerindeki gibi.
Demek ki Yahudi, Katolik, Müslüman,Protestan; Türk, Fransız, İngiliz,
Amerikalı diye bağımsız altbütün ‘ler yok; parçala ve yönet’i ilk kim akıl
ettiyse, onun uydurup kafalarımıza soktuğu virüsler bunlar.
Bir zamanlar Şemsi Yastıman’ın yavşak ağzıyla söylediği bir türkü vardı:
Şeytan bunun neresinde?
Elindeki güzelim Anadolu çalgısına, saza dil uzatan softaya soruyordu bunu?
Benim de içimden adını anmaya da, belleyip aklımda tutmaya da gerek
görmediğim şu şaşkın Yahudi’ye sorasım geliyor:
Tanrı bunun neresinde?
Eğer senin takkeye sıkıştıysa, biz ne yapacağız?
Senin güzelim bir yapıtın yorumuna bu takkeyle gelmeye hakkın varsa, Afgan
kadınlarının zorla Burka’ya sokulmalarına kim, nasıl karşı çıkacak?
Yine Laborit: Biz, başkalarıyız, der.
Kişiliğim, özgürlüğüm sandığın saçmalıkları kafana ağlama duvarının dibinde
zırlayıp Cumartesi günleri yaşamayı yasaklamaya çalışanlar sokmadı mı?
Dönek Malraux, 21. Yüzyıl’ın inanca dönüş çağı olacağını buyurmuş bir ara:
ee, işimiz iş demektir!
Çekin kılıçları, füzeleri, doğraşalım!
Cumhuriyet, 23.4.2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder